Canım kitabım, sen nasıl güzel bir kitaptın öyle... Keşke unutsam da tekrar tekrar okusam seni.
Bu inceleme yeni hesabımın ilk incelemesi olacak. Zira bende bıraktığı derin izlerden sonra kısa da olsa bir inceleme yazmazsam bu tatlı kitabıma ayıp etmiş olurum :)
Ben öyle güzel bir roman okudum ki; kimi zaman gülüp kimi zaman ağladım, kimi zaman da ufaktan tebessüm ederken buldum kendimi. Okurken sayfalarında kayboldum, zamanın nasıl geçtiğine anlam veremedim. Her bölümünde şükretmemiz gereken ne çok şey olduğunu, aslında özgürce namaz kılıp yine özgürce dua edebiliyor olmamızın da ne büyük lütuf olduğunu anladım. Her seferinde bu nimetler için şükrettim.
E bu kadar övdüm şimdi de biraz bu minnoş kitabımızın içeriğine değineyim:
İşgal altında olan Gecegüzü toprakları ile bu topraklarda madden ve manen itaate mahkum edilmiş; inançlarını açıktan yaşayamayıp gizlice yaşayan, işgalciler tarafından sürekli denetime tabi tutulan bir halk ve bu halkın içinde her şeye rağmen pes etmeden özgürlüğün peşinde koşan insanlar var: Leyla, Furkan, Ayşegül ve daha niceleri gibi.
Yüzbaşı ve Leyla'nın hikayesi ise fazlasıyla etkileyiciydi, hele o kırmızı güller... Yüzbaşı'nın her defasında Leyla'ya armağan ettiği kırmızı güller... Bu güllerin hikayesi ne kadar da manidar.
Bu kitap benim yazarın okuduğum ilk kitabı oldu ama son kitabı olmayacak inşallah çünkü hayran kaldığımı söyleyebilirim yazarımızın kalemine.
Okuyacaklara şimdiden keyifli okumalar dilerim :))