— Bırak bunları bir kenara, diye sırıttım. Boş verdiğim şeyler bunlar. Gidiyor muyuz dediğim
yere?...
— Gidelim mister Mayk, diye tatlı bir teslimiyetle güldü ki, zevkten kravatımı yiyeceğim
nerdeyse!...
Cadde boyunca yürümeğe başladık, aslında, bildiğim bir yer falan yoktu. Önüme ilk çıkan
dükkâna dalacaktım. Broadway'de yığınla var böyle yerler. Nihayet, tenha olduğunu tahmin ettiğim
bir yere girdik. Küçük bir dükkândı burası, yarı bar, yarı lokanta bir yer. Kuytuda bir masa seçerek
karşı karşıya oturduk. Cecilia, şimdiye kadar gördüğüm en güzel, en biçimli elleri, çenesinin altında kavuşturarak, bir müddet beni tatlı tatlı süzdü:
— Aynen bana anlattıkları gibisiniz mister Mayk. Cesur, atak, şakacı ve...
— Ve...
— Biraz da küstah, diye gülerek tamamladı. Gücenmediniz ya?...
— Kafama bir viski şişesi vursan bile gücenmem, sırıttım. İnsanın sana gücenebilmesi için kalp
yerine, göğsünde çakıl taşı taşıması lâzım...