Gönderi

Bir ayağım bahçede, bir ayağım evin içinde kapının pervazına yaslanmış duruyorum. Aydınlıkla karanlık arasında, bedenimi iki evrene paylaştırmış gibi, kendimi önemsediğim nadide bir andayım. Kenarda dursun diye insan biriktirmenin gafletinden zorunlulukla sıyrılmış olsam da, bu sükûnetle karışık delilik ruhuma iyi geliyor. Çocukken çekirdek poşetlerine kum doldurup birbirimize atarak oyun oynadığımız günlerin kokusu var havada. Amacımız ne can acıtmak ne de savaş kazanmaktı. Leş gibi olmuş bedenlerimizi denizde yıkadığımız ana varmak içindi hepsi. İskeleden cümbür cemaat atlayışlarımıza anne çığlıkları katılırdı. “batırdınız gene üstünüzü” Büyüdükçe de temizlenmedik. Arka sokakların sesine koşan bilgece bir serseriliği sevdik ve bir şekilde adam olmayı becerdik. Benzer işler seçmemizde de ortak geçmişimiz vardı tabii. Hiç biri tökezlemedi benden başka. Giderek daha güçlü olmam gerekirken korkak, güçsüz ve umutsuzum. Dünyayı değiştirebileceğime inanırken nasıl oldu bu? Hayatın kıyısına yanaşmış küçük bir sandalın etrafında tek başına gezinen bir balık gibiyim. Bir türlü açılamıyorum. Oysa daha dün okyanustaydım. Korkmadan koca bir gemiye yüzene kadar her gün daha fazla uzaklaşarak yeniden öğrenmeliyim yaşamayı.
1 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.