Büyük bir huzurla, her şeyin olması gerektiği gibi olabileceği hayali ile, dalgaların üstünde kulaç atmadan, sakince yatıyormuşum gibi bir hisle okudum bu kitabı. Kadınlar Ülkesi'ndeki kadınların korkusuzluğundan, hatta iki bin yıldır korkmalarına bir neden olmadığı için bu hissin ne olduğunu bile bilmediklerinden bahsedildiğinde "âh"lar çektim; kendime, ülkemin, dünyamın kadınlarına.
Bir bilim kurgu klasiği değil, tam anlamıyla bir ütopya da değil ama akıldan geçirmesi hoş bir hayal. Bu kitabı olumsuzlamak da ütopya adı altında yayınlamak da bir yerde, ataerkilliğin kendisi değil mi aslında?
Sadece cinsiyet rollerinden arınmış yaşam tarzları değil. Yaşantılarının bu kadar olağan, doğal, anlaşılabilir, saf, sağlıklı olması, din anlayışlarının, eğitim yöntemlerinin bile ilkelliğin medeniyetten üstün geldiği bi halde anlatılması beni, sahiden büyüledi. En azından gerçek dünyadan kopup bir kaç günlüğüne mutlu olduğumbir hayal okumuş oldum.
Bunun yanı sıra kitabın kapağında orijinalinde kolları kırık olan Venüs heykelinin, siyah kollar ve ellerle vücudunu gizlemeye çalıştığı resmedilmiş ki, bence, bu da muazzam bir detay.
Kitabı değerlendirişimin değil ama övüşümün sonuna geldik. Okuyun, okutturun.