Sevmek unuttuğumuz bir şarkıdır şimdi ve inanmak bir uzak hatıra oldu. Hepimiz asılmış birer insanız bu boşlukta. Bir an gelecek kendi ağırlığımız öldürecek bizi.
Göğsümü saran kabuk kırıldığından beri her şey bir anda benim olmuştu ve kendimden vazgeçmenin, kendimi adamanın verdiği haz içimden taşıyordu. Ama neşelenmek, neşelendirmek nasıl da kolaydı: Tek yapması gereken kendini açmasıydı insanın, yaşamın akışı bir insandan diğerine geçiveriyordu hemen, yükseklerden derinlere akıyor, derinlerden tekrar sonsuzluğa uzanıyordu.
Açarsın pencereni, bakarsın, karşı tepeden yükseliyor güneş. Al ışınları karların üstünde yansımakta. Bir gün daha başlıyor, dersin. Gece bitti, dersin. Uykusuz, uykulu, düşsüz, korkulu düşlerle dolu bir gece daha bitti, dersin.
Sen kötülüğü yok etmek istiyorsun ama o senin içinde büyüyor. İnsan öldürmek kolay ama kan ruhuna da sıçrar. İnsan öldürenin ruhu kanar. Kötü bir insanı öldürünce kötülüğü de yok ettiğini sanırsın, sonra bir bakarsın ki yok ettiğini sandığın kötülükten daha beteri senin içinde büyüyor. Musibete boyun eğersen gün gelir musibet de sana boyun eğer.
Öfke doluyuz. İlk yapılması gereken şey öfkemizi tanımak ve onun bize söylemek istediğini anlamaktır. Öfkeden kurtulmak değil, öfkenin söylemek istediğini anlamak ve üzerinde düşünüp farkına varmak. Farkına varabilmek için de kişinin ara sıra bir adım geri atıp dışarıdan bir gözle kendine bakabilecek bir varoluşa ulaşması gerekir.