Her ne kadar aşkın ele avuca sığmaz bir şey, insanı durup dururken hasta eden bir illet olduğu söylenirse de onun da her şeyi gibi kendine göre nedenleri ve kanunları vardır. Bu kanunlar henüz layıkıyla incelenememiştir. Çünkü aşka düşen bir insanın kendi ruhunda filizlenen bu duyguyu, gözlerini kapayan büyüyü bir bilgin gözüyle seyretmeye vakti yoktur. Kalbinin ne zaman ve nasıl hızla çarpmaya başladığını, nasıl birdenbire kendini feda edebilecek kadar güçlü bir bağla bağlandığını, nasıl kendini unutup sevgisiyle bir olduğunu, zekasının nasıl uyuştuğunu ya da alabildiğine inceldiğini, iradesinin, düşüncesinin nasıl esir olduğunu, dizlerinin nasıl titrediğini, ateşinin nasıl yükselip gözlerinin nasıl yaşla dolduğunu göremez...
Gözyaşları parktaki gibi ani ve geçici bir kederden doğan coşkun bir sele değil, boş kırlara, sine sine yağan kasvetli sonbahar yağmurlarına benziyordu.