Tekke İslam'ı, Müslümanlığın kelam ve fıkıhla yorumlanan inanç ve toplumsal organizasyon boyutuna, özellikle de XIII. yüzyıl Anadolu'sunda en rafine bir biçimde Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Yunus Emre ve XIV. yüzyılda Hacı Bayram-ı Veli ile temsil edilen Vahdet-i Vücut'çu tasavvufun zengin ve renkli düşünce boyutunu ekledi. İslâm'ın fıkıhla gelişen zahiri ve kuralcı yanı, tasavvufun ruh dünyasına hitap eden insancıl ve hoşgörülü esprisi ile zenginleşti. Bu zenginlik Selçuklu ve Osmanlı döneminde san'ata, mimariye, edebiyata ve düşünceye yansıdı. Ahmed Yesevi'nin "Divan-ı Hikmet"inden Şeyh Galib'in "Hüsn ü Aşk"ına uzanan ve henüz sosyal tarih temelinde sistematik bir analize tâbi tutularak değerlendirilememiş muazzam bir edebiyat, kişinin ruh dünyasının derinliklerine nüfuz eden Mevlevi ayinlerinden, insanları mistik coşkunun doruklarına çıkaran Bektaşi nefeslerine kadar zengin ve engin bir melodik ahenk seli haline gelen muazzam bir musiki yaratıldı.
Bu üç mâna kimde varsa onun aklı tamdır; kimde yoksa onun aklı yoktur ve de ruhu uyur. Bu üç mâna kula ait bir hususiyettir.
Bunlar;
1. Kendini bilmek,
2.Huzurda olmak
3.Kabri mekân kılmaktır.
Siddhartha, daha çocukken hayatın anne-baba sevgisinden, saraylı olmaktan çok daha fazlası olduğunu idrak etmiş ve içindeki "ben"i arayışa koyulmuş bir prens. Sürüye ait koyun olmayı reddedip, tüm sahip olduklarını elinin tersiyle iterek, hatta babasına bile karşı koyarak çileci gezginlerin arasına katılır Brahman'ın oğlu