Bir kral on köpeğinin aç bırakılmasını ve hata eden her vezirin onların önüne atılmasını emreder. Günlerden bir gün vezirlerden bir tanesi melikin hoşuna gitmeyen bir görüş beyan eder. Melik onun köpeklere atılarak cezalandırılmasını emreder. Vezir der ki:
"Ben size on yil hizmet ettim. Bana bu sekilde mi muamele ediyorsunuz? Bari hükmün uygulanmasından önce bana on gün müsaade edin!" Melik de "Tamam, sana on gün mühlet!" der. Vezir köpeklerin bekçisine gider ve "On gün süreyle köpeklerin hizmetini ben yapmak
istiyorum." der. Bekçi de kabul eder. Bunun ardından vezir köpeklerin doyurulması, yıkanması ve her türlü rahatlarının sağlanmasıyla ilgilenir. On gün geçtikten sonra kararın uygulanma zamanı gelir. Melikin emriyle vezir köpeklerin olduğu alana atılır. Melik bekler ki köpekler gelecekler ve veziri parcalayacaklar. Ama bu olmaz. Köpekler gelip vezirin ayaklarına sırnaşmaya ve etrafında havlamaya başlarlar. Şaşıran melik sorar: "Bu köpeklere ne yaptın sen?" Vezir cevap verir: "Köpeklere sadece on gün hizmet ettim ve onlar bu hizmeti unutmadılar. Oysa size on yil hizmet ettim ama siz hepsini unuttunuz!"
Kardeşlik pili bitmiş bir saat gibiydi. Pilini taktığın anda kaldığı yerden başlayıveriyordu çalışmaya. Bin yıl da görmesen, anında kapatıyordun aradaki açığı.
Korku cezadan çok daha beterdir, çünkü ceza bellidir, ağır da olsa hafif de, hiçbir zaman belirsizliğin dehşeti kadar, o sonsuz gerilimin ürkünçlüğü kadar kötü değildir.
Zenginin zengin diye derdi olamaz. Fakirin fakir diye. Gencin genç diye. Yaşlının yaşlı diye. Kime hak lan bu dert dediğiniz şey? Niye sormuyor kimse birbirine derdini? Niye dinlemiyor?