Bir fahişe ile bir rahibenin, bir cani ile bir polisin yan yana yattığı mezarlıklar bana, hayattaki tek gerçek, tek yalansız manzara olarak görünürdü. Ama hoşuma gitmeyen şeyler, içinde yine karşıma çıkan o insani kurnazlığı, ikiyüzlülüğü barındıran mezar taşı yazıları, dini sembollerdi. Yine devreye insanın yarattığı o tiyatro sahnesinin plastik dekorları giriyor ve ölümü dahi kendi çıkarına göre biçimlendiriyordu. Değil Tanrı'ya, kendine bile inanmamış bir insanın başına çakılan haçlarla, yıldızlarla, oyunun devam etmesini sağlıyordu. Sevmiyordum ben, o ölüme bile iyimserlik ve inançla bakan, acıyı şarap gibi tasvir eden yazıları. Ölümün de para gibi, yoktu dini. Çürüyen cesetlere bu kadar yüklenmek onları ancak daha da parçalardı. Yeraltı canavarlarından önce, o mezar taşı yazıları yemeye başlamıştı cansız bedenleri, gittiğim her mezarlıkta. Seslerini duyabiliyordum.
insan ırkı tıpkı ölümsüzler gibi cinsel ilişkiyi her şeyin üstünde tutuyor ama bunu cennetinin dışında bırakmış. düşüncesi bile onu heyecanlandırmaya yetiyor, eline fırsat geçmesi onu vahşileştiriyor, bu durumda hayatını, onurunu ve her şeyini -hatta kendi cennetini bile- tehlikeye sokmuş oluyor. gençlik dönemlerinden orta yaşa kadar bütün erkekler ve bütün kadınlar cinsel birleşmeyi diğer bütün zevklerden üstün görüyor ama söylediğim gibi: cennetlerinde buna yer yok ve dua cinsel ilişkinin yerine geçiyor.