“Ha Belh’te ölmüşsün, ha Bağdat’ta hepsi bir;
Kadeh doldu mu, acı da olsa içilir.
Keyfine bak; çok aylar doğmuş batmış sensiz;
Sensiz daha çok ayların ondördü gelir.”
Ama son kumarım sensin…
Sen, güzelsin…
Sen, güzelsin… Kural dışı… Bastıbacak… Minicik…
Ama sen, güzelsin…
Kapımın eşiği, gözümün bakışı, son ruhsal tatil, duruşum, bozuluşumsun… Pazarlık etmem…
Markette yoksun…
Reklamın yok! Gerçekten…
Güzelsin…
Kedi sakladım senden, öykü sakladım, belki bunu da saklayacağım… İhanet…
Ama sen, güzelsin…
Ruhumu saran sacayağı, gözümün bağı, son ruhsal katil, ölümüm, mahvoluşumsun…
Cazgırlık etmem…
Gönlünde yokum…
Aşkımız, yok!
Gerçekten…
Güzeldin…
“Herkesin uyuduğu bir evde uyanık olmak, uyumayan için sorundur. Hareket alanı kısıtlanır, ses çıkarmamak için hassasiyet göstermek gerekir. Kimsenin hiçbir şey düşünmediği yerde ise düşünüyor olmak aynı etkiyi yaratıyor.”
Onu, sevebileceğin en yücesiyle sevdin.
Titreme daha fazla kalbim.
Bağışla kendini artık, onu da.
Bırak gitsin.
Bırak gitsin.
O senin ezel gününden kaderin.
Sen onu nasılsa bin kere daha
Seveceksin…
“Sevmek mi sevilmek mi daha iyidir? Yegâne bir yanıt vardır- sevmek daha iyidir, çünkü seven kişi ‘aktif’tir ve sevilmek daima bir başkasının lütfudur.”
“Yol almaktan korkmayanlar, göçebe olanlar; şemsiye, mendil, çakmak gibi ufak fazlalıklarını bile durmadan yitirenler; biraz şaşkın, oldukça uyumsuz kaçanlar; sızlanmayanlar; dünyaya ve sevdiklerine kaptırdıklarının çetelesini tutmayanlar, hep kazançlı hep borçlu çıkanlar son hesaplaşmada. Gizlenmeyenler, yani gözden çıkaranlar; sağlıklarını umursamayanlar; aşırılıktan korkmayanlar; kendilerini sürüp gitmesi gereken bir soy değil, doğada bir birim olarak görebilenler; beden harcayıcıları. Başka türlü davranamadıkları için o türlü davrananlar.”