Bir ağaç bizim gibi soyutlanmış halde durduğunda biz onun (yahut onun türünün) "esası"na en yakın şeyi hissederiz ya da hissettiğimizi sanırız; fakat evrim, ağaçların tek başına yetişmesini amaçlamaz.
Babamın tek bir ağaca, ağacın kendisine karşı verimli bağlantısını ve onu gerçek yahut sanatsal anlamda yetiştirme fikrini kısmen paylaşmıyor değilim. Ama benim sevgimin daha çok, ağaçlara, daha doğrusu onların kendi hallerine bırakıldıkları zaman oluşturduğu karmaşık doğa manzarasına yönelik olduğunu itiraf etmem gerek. O koloni halindeki organizmada, ağaçların yahut ormanın yeşil mercan resifınde, benim için yaşantı, macera, estetik beğeni, hatta gerçeği söyleyecek olursam her şey, yapraklardan oluşan o çatının ve dış duvarların ve bireyin ötesindedir.
"şansım yaver gitmeyebilir
talihsizlikler beni alt edebilir
ben yine şarkımı söylerim
neşeyi hissetmek için kalbimde tekrar
daha iyi olmaz mıydı?
kül yerine güllerin örtmesi yüzünü?"
🎬My Happy Family
O ağaçlar aslında onun en gerçek felsefesi, hakiki felsefeye, soyut fikirler dünyasına sevgisiydi ve aslında (budama makası gibi ağızlarıyla, sert hukukçulardan hoşlanması gibi) doğadaki düzensizliğe karşı nefretinin tezahüründen başka bir şey değildi. İyi filozoflar gerçekliğin kaosunu budar, evcilleştirip sabit biçimlere sokar ve böylece de değerli ve nefis meyveler vermeye zorlar; en azından teoride. Babamın kahramanlarından biri Bertrand Russellöı, çünkü onun keskin zekasına ve daha popüler felsefi yapıtlarına çok büyük bir hayranlığı vardı; ama Russell'ın daha sonraki siyasi tavırlarına tamamen karşıydı. Sanki neredeyse, meyve ağaçlarından birini dilediği gibi büyüsün diye serbest bırakmıştı ve kendisinin on birinci emrinin kafirce çiğnenmesiydi bu: Bütün ağaçları budayacaksın.
Çocukların ana babalarına karşı körlüğü herkesçe bilinir ve bundaki çocuksuluğun daha fazla gözden kaçırıldığı başka bir konu yoktur; geçmişin kaçınılmaz koşullandırılması. İlk başta hepimiz genellikle Tanrı ya atfedilen şeyleri ana babalarımıza yüklemeye çalışırız: Sınırsız bir müdahale gücü ve tartışılmaz bir hikmet. Teolojik anlayış açıkça, bunun idealleştirilmesinden başka bir şey değildir. Bundaki kusursa otoriteyle özgür irade arasındaki kaçınılmaz karmaşadır; bunlardan birine sahip olmanın ötekine de sahip olmayı gerektireceği yolunda herkesçe düşülen kuruntu.