Karanlık çukurlardan dolmağa başlayıp tepelere inmeden okunmayacağını anladım Gece'nin. Yanılgılara düşüp, yanılgılardan kalkarak süren bir anlatı bu. Önce kurmaca yönü bulunmayan düşünsel bir anlatı zannettim, yanıldım. Sonra bir olay örgüsü buldum zannettim, yanıldım. Yazarın görevi nedir? İki ana karakter, belirgin mekanlar, alışıldık diyaloglar ve kronolojik bir olay örgüsü mü sunmalı yazar bize? Yazar gerçekten bizlere sunmak için mi yazar, anlaşılmak için mi?
Gece zifiri karanlıkta kalmış kafama iki pencere açtı. Okuduğum süre boyunca toplumsal olaylara değdirmelerin yanında sürekli yazarı düşündüm, düzeltmeni düşündüm. Dipnotlar ikinci pencereyi hep açık tutmaya yaradı. Yazarın hissettiği o Tanrı olma büyüklüğünü bir şeyler karalayan herkes bilir; yeni insanlar yaratırsın, kanlı canlı, geçmişi-geleceği olan yaratıklar... Sen konuş dediğinde konuşur, sen öl diye buyurduğunda ölür. Ancak yazarın kontrolü kaybettiği bir yer hep var olacaktır, yüklenen "görevlerin" baskısı küçük tanrının yönetim gücünü kısıtlar. Yaratıcılık aşılabilir mi? Gece yazıldığına ve bizler okuduğumuza göre, evet. Belirli bir mekan, karakter gelişimi, olay örgüsü olmadan da yaratım gerçekleşebilir. Kimileri bunu eline yüzüne bulaştırır fakat Bilge Karasu...
Alışılmadık söz dizimi, iki farklı kelime bize yazarın anlaşılmaz, çekilmez, okunmaz olduğunu düşündürür. Adapte olma yeteneğimiz biraz olsun varsa, Gece'yi okuyabiliriz. Hatta birkaç kez okuruz ki, bizi çarpmayan yerleri bulup kendimizi tekrar tekrar sarsalım.