Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur
Balkan Paktı, Uluslararası İlişkiler Profesörü
Şükrü Sina Gürel
Şükrü Sina Gürel
’in ifadesiyle “zayıf bir örgüt olarak doğdu.”
Eğer siz devlet olarak Yunan’ın “gerçek yüzünün” anlatılmasına mani olur ve nesillerinizi şuurlandırmazsanız, körpe zihinleri düşmanın kültür istilasına maruz bırakmış olursunuz. Zira tabiat boşluk kabul etmez. Eğer hayatın gerçeklerini göz ardı ve vazifenizi ihmal ederseniz, Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi; “Zulüm 1453’te başladı” yazan duvar yazılarıyla yüz yüze gelir ve geçmişte yapılan hatalarla yüzleşmek mecburiyetinde kalırsınız!
Reklam
Tarih hafızası ve şuuru olmayan milletler karanlıkta debelenir, durduğu yeri ve bir adım ilerisini göremez, dolayısıyla geleceğe dair bir yol haritası çizemezler.
Yani Yunan'la peki şunu sorarım. Hani denize dökmüştük?
ünlü mizah dergisi Akbaba’nın 23 Kasım 1935 tarihli 98. sayısı toplatılmıştır. Derginin toplatılma gerekçesi ise bazı yazı ve resimlerin dost devletlerle ilişkimizi, siyasetimizi karıştıracak mahiyette görülmesi olarak belirtilmiştir.
Bizi iliklerimize kadar sarsan bu hadiselerin, bilhassa işgal yıllarında “Zito Venizelos” (Yaşasın Venizelos) demedikleri gerekçesiyle süngülenen kahraman Mehmetçik ile birlikte düşündüğümüzde, hazmedilmesi gerçekten zordur.
Shakespeare, Şeyh Pir meselesi
Bu bahiste son olarak şunun altını da kalın kalın çizelim;
William Shakespeare
William Shakespeare
'in müslüman olup olmadığı esasen mühim değildir, olmayabilir de... Ancak onunla alakalı bu tarz tartışmaların İngiltere'de dahi yapılmış olmasına rağmen sanki
Kadir Mısıroğlu
Kadir Mısıroğlu
'nun bir uydurmasıymış gibi lanse edilmesi hiç hoş değil.
Reklam
Shakespeare, Şeyh Pir meselesi
Dokuz Eylül Üniversitesi'nden Doç. Dr. Semih Çelenk, "Radikal" gazetesinde neşredilen bir makalesinde şu malumatı verir: Peter Brook; "Evoking Shakespeare"de, Rusya'da karşılaştığı bir seyircinin ona
William Shakespeare
William Shakespeare
'in Özbek olduğunu söylediğini; "Sheik'in Şeyh, "Peer”in ise erdemli kişi (pîr) anlamına geldiğini, dolayısıyla Shakespeare'in bir kod adı olduğunu ve kendisinin aslında bir kripto-müslüman olduğunu iddia ettiğini yazıyor." Bu satırlar 24 Nisan 2005 tarihinde yazılmış, yani
Kadir Mısıroğlu
Kadir Mısıroğlu
'nun alaya alınan beyanından 11 sene evvel... Kadir Mısıroğlu ile alay edenlerin, söz konusu makale yazarı hakkında neden en ufak bir itiraz serdetmediklerini de sorgulamamız gerekir. Gördüğümüz kadarıyla, O; Kadir Mısıroğlu gibi, resmi tarihin dehlizlerinde gizli kalmış gerçekleri gün yüzüne çıkarmayı kendine düstur edinen ve muhataralı konulara giren bir yazar değildir... Dolayısıyla Kemalist rejime karşı olduğu ve buna rağmen fikirleri geniş kitleler tarafından kabul gördüğü için olsa gerek, Kadir Mısıroğlu'nun itibarsızlaştırılması icab etmiş ve bu yüzden hedef tahtasına oturtulmuştur.
Esasen bütün kemalist inkılaplar bir "kimliksizleştirme" siyasetinin icabı olarak yapılmıştır.
Osmanlı Devleti'nde fesin kullanımı, iddia edilenin aksine oldukça eski tarihlere uzanmaktadır. Fesin 19. yüzyıldan, yani Sultan II. Mahmud'un kıyafet nizamnamesinden 200 sene hatta daha evvel giyildiği bilinmektedir. Sultan II. Mahmud'un yaptığı şey, fesi "resmi başlık" olarak ilan etmesidir. 18. yüzyılda Edirne'de fesçi esnafına dair Osmanlı arşivinde kayıtlara rastlanmaktadır. 16. ve 17. yüzyıllarda sadece erkekler değil aynı zamanda İstanbullu hanımlar da kadın fesi kullanmaktaydılar. Eskiden Türk kadınları ev içinde de başları açık gezmezlerdi. Kadınların ev içinde kullandıkları başlıkları fes, takke, hotoz, arakcık yemeni olarak saymak mümkündür.
15. asırda, Fatih devrinde, erkeklerin üzerine sarık sardıkları külah biçimli başlığın hemen hemen aynısını kadınlar, bilhassa gelinler, giymiştir. Anadolu'nun bazı yörelerinde gelinlere bu tarz başlık (fes) giydirme adeti hala devam etmektedir. Ayrıca şiirde, örneğin 19. yüzyıl öncesine ait bazı divanlarda fesin geçmesi de dikkat çekicidir.
Reklam
Kaşgarlı Mahmud'un Divânu Lugâti't Türk'ünde ise aynen şöyle yazar: "börk = Kavuk, başlık. Acemsiz Türk, başsız börk olmaz." Ayrıca Türklerde sarık sarma adeti de vardı. Sarık, Kaşgarlı Mahmud'un Divânu Lugâti't Türk'ünde, "er suwluk urundı" diye geçer. Manası; "adam sarık sarındı" demektir.
Bir Türk atasözünde "taz keligi börkçige", yani "kelin geleceği yer börkçü dükkanıdır" denir. Demek ki Türklerde börkçülük diye bir meslek ve börkçü dükkanı vardı. Prof. Köymen; "börklerin büyüklük ve küçüklük bakımlarından olduğu kadar biçim bakımından da pek çeşitli olduğunu belirtmekte ve bir Arap kaynağına atıfta bulunarak: "Bazen Oğuzlar ta uzaktan daha börklerinden tanınıyorlardı" demektedir."
Tarih çalışmalarının neredeyse tamamını Selçuklu devrine vakfeden Tarihçi Prof. Dr. Mehmet Altay Köymen; "Türk giyim-kuşamında börkün büyük bir yeri vardı" der.
Halbuki Türkler, Hunlardan başlayarak deriden yapılmış kalpak giyerlerdi. Aslen Orta Asya kökenli olan kalpağın, Avrupa'ya Türk göçleri ile girdiği kabul edilir. Ancak Tarihçi ve Türk Dil Kurumu eski başkanlarından Şerafettin Turan'ın "Türk Kültür Tarihi" isimli eserinde de ifade ettiği gibi, "zamanla kalpağın yanında keçeden yapılmış olan börk'ün de yaygınlaştığı, Oğuzların ve Kırgızların börk giydikleri anlaşılmaktadır."
Tam da burada,
Kadir Mısıroğlu
Kadir Mısıroğlu
'nun bir sohbette ifade ettiği; "General Üniforması giyen bir çöpçü farklı yürümeye başlar" şeklindeki tespitini hatırlatmakta fayda var. Kıyafetin insan davranışlarına tesirini bariz bir surette göstermesi bakımından, ABD hayranı olan sömürgeleşmiş bazı Afrikalı gençlerin bol kot pantolon giyip bir Amerikalı gibi yürümeye ve hareket etmeye çalışmaları ibret vericidir. Kısacası başlık, bir insanın kimliğidir, dinî ve milli sembolüdür.
394 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.