Kitabın sayfa sayısının azlığına asla aldanmayın. Uzun zamandır, okurken bu kadar yalın bir dil ve bir o kadar da yoğun bir anlatıma maruz kaldığımı hatırlamıyorum.
Marcus Aurelius. Büyük Roma İmparatoru. Bize bu hayatın devamlı bir değişim içinde olduğunu, her şeyin yitip giden zaman içinde kaybolduğunu, kendini arayan insanın aslında bir bütünün parçası olduğunu ve kendisini var eden şeye dönüşeceğini, içimizdeki yaratıcı illeye kulak vermemiz gerektiğini öğretiyor.
Bazen sinirleniyor o da herkes gibi, etrafındaki insanlara bakıp;
"İnsan kendine bile güçbela katlanırken, bunların en iyisine bile nasıl katlansın?" (s. 45) diye isyan ediyor. Ama sonra yine kendi kendini uyarıyor;
"Kendine gel, ayıl, uykudan uyan ve seni rahatsız eden şeylerin rüya olduğunun farkına var, yeniden uyanıksın, her şeyi önceki gibi gör artık." (s. 59).
Benimsediğin bu sonsuz hoşgörüyü ve hayata karşı olan eşsiz farkındalığını ucundan da olsa yakalabilmemiz umuduyla.
"Lucilla, Verus'u gömdü, sonra Lucilla gömüldü. Secunda, Maximus'u gömdü, sonra Secunda gömüldü. Epitynchanus, Diotimos'u gömdü, sonra Epitynchanus gömüldü. Antoninous, Faustina'yı gömdü, sonra Antoninous gömüldü. Hep aynı." (s. 81)
Fakat insanlar Aurelius'u gömmedi. Onu tanrılaştırdılar. Sen, ben, o, biz... Bizlerse gömüleceğiz diğer sıradan insanlar gibi...