Yıllar geçtikçe acılar azalıyordu, ama asla geçmiyordu. En ufak bir şeyde, duyduğun acı sanki dün olmuş gibi yeniden kendini hissettiriyor ve yaralar tekrar kanamaya başlıyordu.
"Doğmak zormuş." dedi ve önündeki yemeği yemeye başladı. O sırada Balım ve Hasan Bey göz göze geldiler. Adam kıza gülümseyip oğluna döndü. "Doğmak zor değil Faruk; asıl zor olan yaşamak, hele insanca yaşamak, o daha da zor."
Bazı insanlarla tanışmanız tesadüf değildir. Onlar bir yerlerde hayatınıza dokunmak için zamanlarının gelmesini beklerler ve o zaman geldiğinde bilirsiniz ki eksik parçanız tamamlanmıştır.
Benim Hayatım
Ömer yıllardır kendisini arayıp sormayan ailesinden bir gün telefon alır. Babası, telefonda "annen hasta, gel." diyordur. Ömer'se, apar topar hemen başına geleceklerden habersiz doğru ailesinin yanına gider.
Ama o da ne? Ortada düğün hazırlıkları yapılıyordur. İyi de kimin bu düğün? Kim evleniyor, demeye kalmadan.. Ömer kendini nikah masasında bulur.
Kendisi de nasıl olduğunu anlamaz, nikah memurunun sorusuna, başını çevirip çocuk yaşındaki karısının yüzüne bile bakmadan, nasıl evet dediğini..
Bundan sonrası mı?
Olan gidene değil. Maalesef her zamanki gibi ardında kalana olur.
Ömer bir şekilde "evet" der, bırakıp gider, arkasına dönüp bakmaz. Ama ya ardında kalan karısı..
İşte tüm eziyet ve cereme onun sırtında kalır.
Kitabın ortalarına doğru kader bu ikiliyi, öyle ya da böyle bir araya getirir de.. "Bundan sonra ne olacak?" dersiniz. Karısı, Ömer'i affedebilecek mi?
๑ ◕‿◕ ๑