1960’lardan günümüze uzanan süreçte sanatı çevreleyen mekanların ciddi anlamda değiştiğini gözlemleyen Reesa Greenberg’e göre, belirgin olarak fark edilen dönüşümlerin başında çağdaş sanat sergileri için kullanılan mekanların “domestikvari yapılar”dan, ticaret ve endüstriyle ilişkilendirilebilecek binalara kaymasıdır: “Artık çağdaş sanat için yeğlenen sergi salonları bir evden ya da apartmandan bozma galeriler değil, eski fabrika binaları ya da depolardır. (…) Sergi mekanı konusundaki tercihlerin değişmesi, altmışlarda ve yetmişlerde sanat üretiminde bitmiş nesne yerine üretim sürecine odaklanılmaya ve yapıtlara da ‘iş’ denmeye başladığı döneme tekabül eder.”
Teşhir biçiminde bir sonsuzluk duygusu hissettiren mekanların kökenleri sanat tarihinden ziyade dinler tarihinde bulunur, bu açıdan bakıldığında geçmişi ortaçağ kilisesinin de ötesine uzanır. Mısır mezar odaları, örneğin, şaşırtıcı derecede benzer bir etkiye sahiptir. Onlar da dış dünya algısını yok edecek şekilde tasarlanmıştır. Zamanın akışından korunmuş bir sonsuz varoluş yanılsaması yaratılmıştır. İçlerinde sonsuzlukla sihirli bir şekilde uyum içinde, hatta sanki bağlantı içinde olan resimler ve heykeller yer alır. Mısır mezar odalarıyla işlevsel açıdan karşılaştırılabilecek daha eski mekanlar arasında Fransa ve İspanya’da Paleolitik çağdan kalma Magdeleniyen dönem ve Aurignac döneminden resimli mağaralar vardır. Bu mağaralarda resimler özellikle dış dünyadan soyutlanacak şekilde zor ulaşılır noktalarda yer alır –ünlü mağaraların çoğunda resimler girişin çok uzağındadır ve görebilmek için eper bir tırmanış ve keşif yapmak gerekir.
Bu tür ritüeller mekanlar, evrensel mitlerde okuduğumuz gibi bir zamanlar cennetle yeryüzünü birbirine bağlayan antik göbek kordonunun simgesel biçimde yeniden kurgulanmasıdır. Bu bağlantı, bir kabile ve o kabiledeki kast ya da topluluk için onların özel ilgi alanlarını temsil edecek şekilde simgesel olarak yeniden kurgulanır. Metafizik bir duygu verilmek istendiği için, mekan zamana ve değişime ilişkin görüntülerden korunur. Dışarıdan özellikle tecrit edilen mekan, aslında mekan olmaktan çıkan (yok-yer), bunu aşan (ultra-mekan) ve onu çevreleyen zaman-mekan matrisinin simgesel olarak feshedildiği bir yer (ideal mekan) haline getirilir.
Mısırlıların zamanına geldiğimizde tüm bu işlevler Firavun’un kişiliğinde birleşir: Firavun’un ölümsüzlüğünün güvencesi, temsil ettiği devletin ayakta kalmasının da güvencesi olarak algılanır. Burada bir sınıfın ya da yönetici kesimin kendi politik çıkarlarını korumak adına gücünü sonsuzlukla ilişkilendirerek sağlam kılma arayışı söz konusudur. Bir bakıma taklit büyüsü yapmaktır, arzu edilen bir şeyi ritüel halinde sunup başka bir şeymiş gibi göstererek elde etmektir.
Bilimkurgu filmlerinde sık sık tekrar edilen bir sahnedir: uzay gemisi dünyadan uzaklaştıkça dünya giderek yassılaşır, bir deniz topuna, bir greyfurta, bir golf topuna, en sonunda da bir yıldıza dönüşür. Boyutların böyle değişmesi, algının da özelden genele kaymasına yol açar. Görüntüyü izleyen birey, kendisini birden bütün insanlığın bir parçası gibi algılar –halı gibi serilmiş bu görüntünün üzerine serpiştirilmiş ölümlü bir iki bacaklı olduğunun farkına varır. İnsanlara belli bir yükseklikten bakmak daha iyi görünmelerini sağlar. Dikey mesafe, hoşgörüyü teşvik eder.