Kafile en az elli kişiydi. Perişan görünüyorlardı. Sırtlarında taşıdıkları yükler yüzünden iki büklüm yürüyenler vardı içlerinde. Çok yorgun görünen ve saçları, kıyafetleri perişan hâldeki çocuklar, yetişkinlerin arasında ilerliyorlardı. İskender, ayakkabıları parçalanmış, mutsuz, üzgün olan bu insanları nereden hatırladığını düşündü. Sonunda
buldu.
Bu insanları gazetelerde, televizyondaki haberlerde görmüştü. Bunlar savaştan kaçan insanlardı.
İnsanlar, onun yanına varınca selam vermeye başladılar. İçlerinden bir kadın yanına yaklaşıp gözlerinin içine baktı.
" Sakın! Sakın şehre yaklaşma. Hemen buradan uzaklaş yavrum. Annen baban nerede?"
İskender'in midesine bir taş oturdu sanki.
" Tamam, yaklaşmam!" Diye fısıldarken gözünden yaşlar akmaya başladı.
İnsanlar aynı tempoyla uzaklaşırken İskender iki büklüm olmuş, hüngür hüngür ağlalıyordu.
"BİZİM YÜZÜMÜZDEN, BİZİM YÜZÜMÜZDEN..."
Dünyalılar, bunları hatırlatacak ciddi tarih kitaplarını değil, kimin yazdığı belirsiz tweetleri okumayı tercih ediyorlardı. Bu yüzden bu küçük tehlike ya da onların verdiği adla “virüs” yüzünden evlerine kapandıklarında dünyanın sonu geldi sandılar.