“Eğer uygar bir halk olacaksan” dedi “ uygar, uluslararası kabül görmüş giysileri giymeliyiz. Fes, cehaletin simgesidir”. Yolculuk ettiği her yerde başındaki şapkasıyla aynı sözleri vaaz etti.
Osmanlı imparatorluğu ufak parçalara bölünmüştü: Mısır, Suriye, Filistin, Arabistan kaybedilmiş; Türkiye ise muzaffer ve kibirli düşmanın demir pençeleri arasında çaresiz kalmıştı. Hükümetin işleyişi parçalanmıştı.
İttihat ve Terakki yönetimden indirilmiş; Enver, Talat ve Cemal paşa başka ülkelere kaçmış, Cavit ve diğer üyeler ise saklanıyordu. İngilizlerle dostluğuyla tanınan Abdülhamit’in saltanat döneminden eski bir paşa olan Tevfik’in yönetimi altındaki korkak bir hükümet, düşman kuvvetlerinin emirlerine uysalca itaat ediyordu.
Ancak düşmanın yaptığı güç gösterisi Mustafa Kemal’i korkutmamıştı. Direniş göstermeye istekli, bıkmadan usanmadan düşmanla her noktada mücadale etmeye ve her köşeyi savunmaya hazırdı, ne var ki hiç kimseden destek göremedi. Her kademedeki Türk insanı yıpranmış, içlerin de hiçbir mücadele ya da direniş isteği kalmaksızın resmen mağlup olmuşlardı. Manevi ve fiziksel olarak ezilmişlerdi
O bir Türk’tü, Türk olmaktan gurur duyuyor, yalnızca Anadolu’yu padişahın yetersizliğinden, zorba yönetiminden ve yabancı milletlerin doyumsuz elinden kurtarmakla ilgileniyordu.