Constance ya da Yalnızlıklar kitaplarını, Constance ya da Yalnızlıklar sözleri ve alıntılarını, Constance ya da Yalnızlıklar yazarlarını, Constance ya da Yalnızlıklar yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
2018-2019 yılı D&R kampanyasında 5₺ iken haftalarca
“Aman ha, kaçırmayın!” diye hikayelerimde tellal çıktığım #avignonbeşlisi ‘nin üçüncü kitabı ile selamlıyorum sizi.
Dünya, büyük savaşın sancıları içindeyken
Livia’nın pastoral yazı sona ermiş, güzel ve şaşaalı günler geride kalmıştır.
Vichy Fransa’sının Avignon’u da savaştan ve işgalden nasibini almış o meşum şatodan günden güne çürümenin kesif kokusu yükselmeye başlamıştır.
Üstelik yalnızca Avignon ve Fransa’da değil, Isviçre ve Mısır’daki küçük Ingiliz ‘kolonileri’ de dağılmaya başlamıştır.
Constance, Livia ve Blanford’un yeni serüvenlere eşlik ettiğimiz kitapta yazar yüne hem yaratıcı hem yaratılan pozisyonunda.
Gerek kişisel gerek toplumsal konjonktürde hile ve desisenin dibini sıyırdığımız, komplo teorilerinin cirit attığı seride tensel hazzı edebi hazla birleştiren Durrell için ne denir ki?
Ayinesi iştir kişinin lafa pardon dualiteye bakılmaz.
Constance ya da Yalnızlıklar, Avignon Beşlisi’nin üçüncü kitabı. Bence tam bir kırılma - geçiş kitabı. Diğer kitaplarda öne çıkacak karakterler dahil oluyor, ilk iki kitabın bazı karakterlerine son yazılıyor. Bir de kurmaca karakterin romanın gerçekliğine dahil olması durumu yine bir değişime uğruyor. Livia’da bir romanın karakteri olarak yansıtılan Sutcliffe kurgunun gerçekliğinde bu sefer Karakterler de birbirlerinin varyasyonları. Bununla ilgili satır aralarından birkaç alıntı bırakayım.
“Biz sanki aynı kişinin farklı zaman yörüngeleri üzerine yerleştirilmiş değişik halleriyiz.”
“İnsanlar sandıkları gibi ayrı ayrı bireyler değiller, kendilerinin dışındaki bir izleğin çeşitlemeleri.”
Tabii farklı ülkelerden, inançlardan tiplemeler seçmiş. Bakıcı, hizmetçi, doktor, diplomat, prens, ajan gibi çok farklı mesleklerden ayrıca. Bu müthiş çeşitlikle de dönemin insanının tam bir panoraması sunuluyor. Serinin yerel olmaması, bir gruba odaklanmaması bence en önemli özelliklerden.
Seri II. Dünya Savaşı öncesi başlamıştı, üçüncü kitap savaş dönemi. Vichy Fransa’sı, Mısır, Cenevre üzerinden ilerliyor kurgu. Avignon tarihi önemi, papaların şehri olmasıyla kurgunun merkezi zaten. Psikanalize bu kitapta fazla yer verilmiş, tapınak şövalyelerine ait hazinenin arayışına Alman subaylar da dahil oluyor, ama bir Dan Brown romanı gibi değil tabii:) Şiirsel anlatım, duygular, uzun betimlemeler ve aşk ile bir Lawrence tarzı arayış.
Spoiler vermeden seriyi anlatmaya çalışıyorum okudukça, bitsin daha derli toplu bir izlenim paylaşırım.
İnsan özgür doğar, bir karabasan kadar özgür. Sonsuza kadar geleceğin ve geçmişin tutsağı olarak yaşıyoruz, ölmüşlerin ve daha doğmamış olan insanların tutsağı. Onlar da sürekli bir şimdinin korkusuyla yaşıyorlar.
Saltıkçı bir açıdan -sözgelimi Aristoteles’in beşinci maddesi açısından- bütün insanlar aynı insandır, bütün durumlar özdeş ya da büyük oranda benzer. Evren can sıkıntısından ölüyor olsa gerek.
Führer’i harekete geçiren şey hırs ya da aç gözlülük değil, insanın karanlık yanını sonuna kadar başıboş bırakmak, bütün boyutlarıyla ortaya çıkmasına izin verme isteği. Bu açıdan bakarsanız Kötülük aynı zamanda İyilik’tir, öyle değil mi?