Bir fincan ıhlamura kurabiye çörek batırıp, porselen fincanda geçmişin çiçek açacağını ummaktan vazgeçmiştim. Zaten kaç kez denemiş, boş yere beklemiş, geçmişin geri gelmediğini görmüş, saptamıştım.
Annem kim bilir kaçıncı kez aynı masalı okuyordu.
ANNEM: Vaktiyle bir kral ve kraliçenin üç kızı vardı...
BEN: Ama başındaki sözü de oku.
ANNEM: İyilik yolunu tutan kimseler, ummadıkları nimete nail olurlar. Onları çekemeyerek devirmeye çalışanlar, kazdıkları çukura kendileri düşerler.
Zamanın geçip gitmiş olmasına üzülmüyordun; zamanı geri getirmek de istemiyordun. Ama zamanı 'düşünüyordun'. Zaman - şimdiki, geçmiş, gelecek- seni ürküttü. Kulpu kırık, kenarı tırtıklanmış fincan, çatlak tabak. Hadi sapasağlam kalmış olsun; zamanın yıpratıcılığını silemezsin :Eskimiştir, sarı, pembe, mavimsi krizantemlerinin rengi atmıştır. Kirli gibi durur; istediğin kadar yıka!, zamanın kirinden pasından arındırmazsın.
Fakat bunlar hep hoşuna giden şeylerdi: Eskimek, yıpranmak, usul usul göçmek.
Venedik kadifesinden yıprak perdeleri için, eprimiş goblen koltuk yüzleri için üzülmeyi aklına bile getirmezdi. Bir ömür içinde, günün hırslarına göre, eşya değiştirilemeyeceği kanısındaydı.
Zamanın yıpratıcılığını silemezsin: Eskimiştir, sarı, pembe, mavimsi krizantemlerin rengi atmıştır. Kirli gibi durur; istediğin kadar yıka!, zamanın kirinden pasından arındıramazsın.
Kendi hayatın olmadı; roman kişilerinin hayatından kendine bir hayat. Okuyup gittiğin her yerden -önceleri romanlar, sonraları öykü sonraları şiirler, sonra belki hep şiir- dirimler ve ölümler kuşandın.
“Kendi hayatın olmadı; roman kişilerinin hayatından kendine bir hayat. Okuyup gittiğin her yerden -önceleri romanlar, sonraları öykü sonraları şiirler, sonra belki hep şiir- dirimler ve ölümler kuşandın.”