Matemi dünyanın içinden taşıyıp götürmek ve onu oraya, dünyaya, aktarmak. Don Juan kederini yaşıyordu, bir kuvvet gibi. Kederi ondan daha fazlaydı ve onu aşıyordu. Adeta -hatta adeta bile değil- kederiyle silahlanmış bir halde, kendini asla öldürülemez değilse de, yara almaz hissediyordu. Keder onu başına buyruk yapan bir şeydi, karşı hamlesiyle de (veya daha doğrusu karşılıklı hamlelerle) onu tamamen geçirgen, her ne olursa olsun olanları duyumsayabilen, üstelik gerektiğinde görünmez bir hale getiriyordu. Kederi onun kumanyası gibiydi. Onu her bakımdan besliyordu. Sayesinde artık hiçbir yönden büyük ihtiyaçları kalmamıştı. Bu ihtiyaçlar artık söz konusu bile değildi. Fakat kederde ideal dünyevi yaşam olanağının bulunduğu ve başkaları için de bunun geçerli olduğu (bakınız "kederi dünyaya aktarmak") düşüncesini sürekli olarak kendinden uzak tutması gerekiyordu. Onun matemi, gelip geçici değil, temel bir uğraştı.
Gürcistan'a doğru yola koyulmuştu, her yere gittiği gibi, yine belli bir hedefi olmadan. Hiçbir şey onu, teselli edilemezliği ve kederi gibi harekete geçiremezdi.
Kaçarken, kendisini ait olduğu ortamda veya ortamlardan birinde buluyordu. Bu, kaçarken korku ve endişe duymadığı anlamına gelmiyordu. Daha çok, şu demekti: Korku ve dehşet içindeyken daha iyi, daha açık, daha geniş görüyordu.
Yaşamım boyunca pek sık olmasa da her seferinde, hiç tanımadığım yabancılar, özellikle de onlar, daha ilk bakışta bende yakınlık duygusu uyandırır ve bu yakınlık, birbirimizi tanıdıkça derinleştirmeye gerek kalmaksızın hep devam ederdi.
O zaman kargaların bir süredir neden böyle öfkeden çıldırmışçasına gökyüzünde turlayarak şamata kopardıklarını da anladım: Dünyanın durumuna hiddetleniyorlardı. Yoksa benimkine mi?
Daha sonra bana anlattığına göre, zaten kişi eğer bir duruma dikkatini yoğunlaştırmaz ve şöyle bir bakıp geçerse, bu bazen onda bile bile seyredilen ve üzerine düşünülen bir şeyden daha kalıcı bir iz bırakabilirmiş.
İkili, kadın ve adam, o esnada duvar parçasının arkasında yere uzanmış, kulak kabartıyorlardı. Bir ara Don Juan'ın kederden adeta yüreği parçalandı. Ama işte bu keder, ona gücünü gerisin geri iade etti. Keder insanın bizzat kendini aşmasını sağlıyordu. Keder insanı kişiselliğinin üstüne çıkarıyordu. Kederin varlığı mucizeler yaratıyordu. Kapkara fırtına gecesinde renkler oluşuyordu. Yıkıntı bölgesindeki neredeyse kurumuş kiraz ağacının yaprakları arasından bir anda çiftin üzerine kirazların kırmızılığı vurdu, oysa görünürde hiç ışık kaynağı yoktu. Kapkara gökyüzünün tam ortasında bir mavilik belirdi. Altlarında gıcırdayan zeminde, canlı bir yeşillik. Bu panik dünyası içinde Don Juan kendini evinde hissediyordu. Kendi dünyası diye bir şey varsa, işte buydu. Ve orada onunla, o kadınla buluştu. Bu panik dünyasında birbirlerini buldular.