Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Ermiş Antonius ve Şeytan

Gustave Flaubert

Ermiş Antonius ve Şeytan Gönderileri

Ermiş Antonius ve Şeytan kitaplarını, Ermiş Antonius ve Şeytan sözleri ve alıntılarını, Ermiş Antonius ve Şeytan yazarlarını, Ermiş Antonius ve Şeytan yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
192 syf.
·
Puan vermedi
·
4 günde okudu
Bu kitaba dair okur yorumlarına baktıktan sonra şevkim tam kırılma noktasına gelmişti. Kitabın ilerlemediğinden yakınmalar, ağırlığından şikayetler ve okunmasının zorluğuna dair hemfikirlikler havada uçuşuyordu. Sadece dinler tarihine dair zengin bir kitap olmasına dayanarak okumaya başladım. Bana hiç de anlatıldığı gibi gelmedi. Aksine tam anlamıyla okunup kafa patlatmaya değer bir şaheser ve kitabı bırakamadım. Flaubert'in bu denli ansiklopedik bir yazar olduğunu da bilmezdim. Çevirmenin deyişiyle Flaubert'in Fransızlara hediye etmek istediği bir Faust versiyonu Ermiş Antonius. İnsanın iyi ve kötü arasındaki mücadelesine, tanrıyı arayışına ve şeytan tarafından ayartılışına dair. Hristiyanlık tarihinde görsel sanatlar içinde de yer bulmuş bir tema; dolayısıyla sanatlararası, felsefe ve inanç içinde de zengin bir arkaplanı olan bir tema. Flaubert de fikirsel yükü çok iyi taşımış bir edebiyatçı olarak. Kitap Ortaçağ felsefesinin derinliklerine iniyor, islamiyet öncesi dinler tarihinin içinde kurgu biçiminde fırtına gibi esiyor. Baş döndürücü bir izleği, muhteşem bir anlatımı var. Çeviri anca o kadar olur. Bunun yanında yakınanları büsbütün haksız saymamak adına isimlerin bolluğunun olduğunu söylemek gerek. Sözlükçeye dönüp dönüp okuma gereğinin olduğu bir gerçek. Bazen yazar terimin/ismin yanına yeterli gelecek bir bilgi de iliştiriyor. Okumayı zorlaştıran tek etken bu, ama katlanmaya değer. Birkaç Görsel Temsil için bkz. ( not: Kitap bu sahneleri okura gördürür ve hissettirir gerçekten de) e-skop.com/skopbulten/kale...
Ermiş Antonius ve Şeytan
Ermiş Antonius ve ŞeytanGustave Flaubert · Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları · 2019397 okunma
Ey Fantazya, al beni kanatlarına, içimdeki sıkıntıyı gidermek için.
Reklam
ÖLÜM Hemen ya da biraz sonra, önemi yok! Benimsin sen, güneşler, halklar, şehirler, krallar, dağların karları, kırların otları gibi. Atmacadan yüksek uçarım ben, ceylandan daha hızlı koşarım, umudu bile yakalarım! Tanrı’nın oğlunu bile yenmişim ben! ŞEHVET Karşı koma; gücüm dünyayı sarar benim! Ormanlar benim soluğumla uğuldar, benim kabarmalarımla depreşir dalgalar. Erdemi, yiğitliği, acımayı eritir ağzımın güzel kokusu. İnsan oğlunu adım adım izlerim ve mezarının eşiğinde bile döner bakar bana!
Yasak sevişmelerin coşkunluğunu da bildiğin yok senin, duvardan aşmaları, kız kaçırmaları, giysileri içindeyken saygı duyduğun bir kadını çırılçıplak görmenin sevincini. Seni seven bir bakireyi göğsünde sıktın mı hiç? Geliyor mu aklına utana utana kendini bırakmaları, tatlı gözyaşlarıyla akıp giden pişmanlıkları? Görebiliyorsun, değil mi, ikinizi ormanlarda yürürken ay ışığında? İç içe elleriniz sıktıkça birbirini, bir ürperme dolaşır içinizde; yaklaşan gözleriniz arasında ruh dalgaları gider gelir ve dolar yüreğiniz; kabına sığmaz olur; tadına doyulmaz bir yeldir alır sizi, dolup taşan bir sarhoşluk…
Huşu nedir şimdi bildim!
ŞEYTAN Ama her şey başına kafanın aracılığıyla geliyor yalnız. Çukur bir ayna gibi nesnelerin biçimini bozuyor kafan hiçbir araç yok elinde gördüklerinin doğruluğunu kesinlikle bilmen için. Evreni bütün genişliğiyle bilmeyeceksin hiçbir zaman; onun için nedeni üstüne bir düşünceye varamazsın, doğru bir Tanrı kavramın olamaz, evrenin sonsuz olduğunu bile söyleyemezsin çünkü ondan önce Sonsuz’u tanıman gerekir! BİÇİM belki de duyularının bir yanılgısıdır, CEVHER düşüncenin bir kuruntusu. Yok eğer, dünya her şeyin durmayan bir akışı olduğu için görünüş, dediğimin tam tersine, en doğru olan şeyse, sanrı tek gerçekse, o başka. Ama gördüğünden emin misin? Yaşadığından bile emin misin? Belki de hiçbir şey yok! Şeytan Antonius’u alır, kollarının ucunda tutup bakar ona, yiyecekmiş gibi ağzını açarak: Bana tapsana sen! Lanetle o Tanrı dediğin kuruntuyu!
ANTONİUS Nasıl olursa olsun, iyi için bir cennet, kötü için bir cehennem olması gerek! ŞEYTAN Senin aklının gerektirdiği varlıkların yasası mı oluyor? Kötü umurunda değildir elbet Tanrı’nın, dünya kötülüklerle dolu olduğuna göre! Güçsüzlüğünden mi katlanıyor kötüye, ya da zalimliğinden mi sürdürüyor onu? Sanır mısın ki, durmadan düzeltmeye uğraşıyor dünyayı kusurlu bir yapıt gibi, gözetliyor bütün varlıkların kımıltılarını, kelebeğin uçuşundan insanın düşünmesine kadar? Evreni yarattıysa, bilge olması gereksizdir. Tanrı’da Bilgelik denen şey varsa, evrenin yaradılışı bozuk demektir. Ama iyi ve kötü seni ilgilendirir yalnız gündüzle gece gibi, acıyla tatlı gibi, ölüm ve doğum gibi; uzayın bir köşesine, belli bir çevreye, özel bir yarara bağlı şeyler bunlar. Yalnız sonsuzluk sürekli olduğuna göre, Sonsuzluk var ve işte o kadar!
Reklam
ŞEYTAN Çık göklere, hep çık, hep, tepesine varamazsın hiçbir zaman! Dünyanın altına in, milyarlarca yüz yıl in, dibini bulamazsın dip olmadığı için tepe de yok, ne yüksek, ne alçak, hiçbir son yok; ve Uzay Tanrı’nın varlığı içindedir; bir mekân parçası değildir çünkü, şu ya da bu büyüklük değil, enginliğin ta kendisidir. ANTONİUS Yavaşça: Öyleyse… madde… Tanrı’nın bir parçası mı oluyor? ŞEYTAN Neden olmasın? Bilebilir misin Tanrı’nın nerede bittiğini?
ŞEYTAN Boşluk yok! Hiçlik yok! Her yerde, uzayın değişmez yüzü üstünde devinen cisimler var; ve uzay sınırlı olsa uzay olamayacağı, cisim olacağı için, sınırsızdır!
Tanrı’nın istemi özünden ayrılamaz. Başka bir özü olamayacağı için başka bir istemi de olamazdı; ve madem varlığının önü sonu yok, eyleminin de önü sonu yoktur. Güneş’i seyret! Kıyılarından kıvılcımlar saçan yüksek alevler çıkıyor; dağılıp birer dünya oluyor bu alevler. Karanlıktan başka şey görmediğin şu derinliklerin ötesinde, son derinlikten daha uzaklarda başka güneşler kaynıyor, onların da ötesinde başkaları ve daha başkaları, sonu gelmeden…
ANTONIUS .... Oh! Ne rahat soluk alıyorum! El değmemiş hava dolduruyor içimi. Ağırlık yok artık! Acı yok artık! Aşağılarda, altımda, şimşek çakıyor, ufuk enginleşiyor, ırmaklar birbirine giriyor. Şu sarı leke çöl, bu su birikintisi Okyanus. Başka okyanuslar da gözüküyor, bilmediğim geniş ülkeler. İşte kara memleketler, mangallar gibi duman duman; karlar bölgesi, hep sisler içinde. Güneşin her akşam yatmaya gittiği dağlar nerde diye bakıyorum. ŞEYTAN Güneş hiçbir zaman yatmaz. Bu ses şaşırtmaz Antonius’u. Düşüncesinin bir yankısı gibi gelir ona belleğinden gelen bir karşılık gibi. Derken yeryüzü toparlak bir biçim alır; ve Antonius bakar ki Dünya, mavilikler ortasında, bir yandan kutupları üstünde dönerken bir yandan da Güneş’in çevresinde dönüyor. ŞEYTAN Demek evrenin merkezi değil dünya? İnsan gururu, haddini bil! ANTONİUS Dünyayı göremez oldum artık nerdeyse. Başka ateşlerden ayırt edilmez oluyor. Gökler yıldızlarla örülü baştan başa. Çıktıkça çıkarlar. Çıt yok! Kartal bağrışmaları bile yok! Hiç ses yok!.. Eğiliyorum gezegenlerin uyuşan seslerini duymak için. ŞEYTAN Duymayacaksın onları! Görmeyeceksin de Platon’un Antikhton’unu,Philolaüs’ün ocağını, Aristoteles’in kürelerini,Yahudilerin yedi kat göklerini, billur kubbe üstünde fışkıran sularıyla. Aşağıdan duvar gibi katı sanılıyor gökler. Oysa giriyorum içlerine, gömülüp gidiyorum! Ve Ay’ın önüne gelir yusyuvarlak bir buz parçasına benzer Ay, durgun bir ışıkla dolu.
Reklam
ANTONİUS Kimsin sen? HİLARİON Benim ülkem evren genişliğindedir; ve isteğimin sınırları yoktur. Yürür giderim hep, ruhları kölelikten kurtararak, dünyaları tartarak, kin duymadan, acımadan, korkusuz, sevgisiz ve Tanrı’sız. Bilimdir benim adım. ANTONİUS Daha doğrusu, belki de… Şeytan! HİLARİON Gözbebeklerini dikerek üstüne: Görmek ister misin onu?
ROMA - VENUS
Ama fazla sevdim insanları! Hep o sevgi yüzünden yitirdim şerefimi! Ağlayarak başını arkaya atar. Dünya aşağılık yer. Hava doldurmuyor göğsümü!
Mısır
On iki bölgeye bölünmüştü Mısır, yıl nasıl on ikiye bölünmüşse her ayın, her günün tanrısı ayrı olarak– göğün değişmez düzenini tekrarlıyordu ülkemiz. Ve insan ölünce yitirmiyordu yüzünü; kokulara boğulup çürümez hale gelerek sessiz bir Mısır’da üç bin yıllık bir uykuya dalıyordu. Bu sessiz Mısır, ötekinden daha büyük, uzayıp gidiyordu yerin altında. Merdivenlerle iniliyordu oraya; ve merdivenlerin indiği dehlizlerde iyilerin tattığı keyifleri, kötülerin uğradığı işkenceleri, gözle görünmez üçüncü dünyada olup bitenleri anlatan resimler vardı. Duvarlar boyunca sıralanmış ölüler, boyalı lahitlerin içinde sıra bekleşirlerdi; ve ruh, değişimlere uğratılmadan, uyuyakalırdı bir başka hayata uyanıncaya dek. Osiris, yine de, beni görmeye gelirdi zaman zaman. Gölgesi Harpokratos’u doğurttu bana.
Kadın konuşur: Doğu’dan kopar gelirdin; sarardın kollarınla beni, sabah çiyleriyle ürperirken bütün bedenim, ey Güneş! Giyindiğin mavilikler üstünde güvercinler uçardı, öpüşlerimiz seher yelleri estirirdi yapraklarda; ve ben bırakırdım kendimi sevgine, güçsüzlüğümün tadına doyamayarak. Ah! Ah! Ne diye koşar dururdun dağlarda? Sonbaharın gece gündüz eşitliğinde bir yabandomuzu yaraladı seni! Öldün; ağlıyor pınarlar; ağaçlar iki büklüm, çıplak çalılıklarda kış rüzgârı ıslık çalıyor. Gözlerim neredeyse kapanır benim de, madem karanlıklar sarıyor seni. Şimdi dünyanın öbür yanındasın sen, benden daha güçlü sevdalının yanında. Ey Persephone, güzel olan ne varsa sana doğru iniyor hep, bir daha da dönmüyor.
Hürmüz
Seni yenmiştim Ahrıman! Başlıyorsun azmaya yeniden! Önce, başkaldırıp bana, yaratıkların en yaşlısı Kaymurs’u, Boğa-insanı öldürttün. Sonra ilk insan çiftini, Meşya ve Meşyane’yi ayarttın; ve yüreklere karanlıklar saldın, taburlarını sürdün göklere. Benim de vardı taburlarım, sürü sürü yıldızlar; seyrediyordum yukardan tahtımın altında sıra sıra
1.008 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.