Nihan Kaya’dan altını çize çize okuduğum bir kitap daha. Birbirinden ayrı yollarda ilerleyen, ilerlememeleri için çıkan her engelle mücadele eden –bir noktada mücadele etmek zorunda bırakılan-, kahve kokusunu seven, bir bütün olmak ile kendileri olmak arasında gidip gelen iki kadının hikayesi... Kurgusu o kadar güzel işlenmiş ki bir solukta, nefessiz okudum. İki kahramanın yollarının kesişmesini, hikayenin birleşmesini büyük bir hevesle bekledim. Beklediğime değdiğini kesinlikle hissettim. Nihan Kaya’nın kurgu odaklı yazdığı bir kitabı ilk kez okumama rağmen her yerinde onun ifadelerine; diğer yazılarında, konuşmalarında bahsettiği noktalara denk geldim. Bütünleştirici bir etkisi de vardı diyebilirim sanırım. Benim en sevdiğim nokta da bu oldu. İfadelerindeki sarsıcı gücü ve yerindeliği yaşantıdan olan örneklerde daha ayrıntılı bir şekilde fark ettim. Karakterler birbirinden çok farklı olmasına rağmen ikisinde de kendimden bir şeyler buldum mutlaka. Belki de bu yüzden aynı zamanda benim de hikayem gibi geldi. Sizin de öyle hissedeceğinize inanıyorum.
Yazardan bir alıntı ile:
“İşte, ömrünüz boyunca hep dayandığınızı sandığınız demir parmaklıkların aslında hiç var olmadığını keşfetmek, o zamana kadarki bütün inancınızın sarsıldığı andır. Biri üzerinde durduğunuz zemini ayaklarınızın altından çekip almış gibidir. Bir anda zeminsiz bulursunuz kendinizi. Afallarsınız. Belki bir an kabul etmek istemezsiniz. Ama sonra o boşluktan kendi zemininizi inşa edersiniz. Yeniden, ama dipdiri, doğarsınız.