Kiraz dalında minicik bir ispinoz şakıyordu. Yürekten coşkun bir ötüşü vardı; Keto Halam kendini tutamadı, üç bacaklı iskemlesini alıp kuruldu kirazın karşısına. İspinozcuk coşkun şakımasından içli bir ötüşe, oradan şen ıslıklara geçiyordu. Bir köşeye büzüşmüş onu taklide çalışıyordum hep. Birden susuveriyordu ispinoz, susup çevresine bakınıyor, yeniden şakımaya başlıyordu. Bende soluklanıyordum o sıra. Soluklanıyor, şakımaya başlayan kuşla yeniden yarışmaya koyuluyordum. Soluğum onun gibi uzun değildi. O şen ötüşü sustu mu bir hüzün çöküyordu ortalığa, başını oynatıp uzaklara dikiyordu bakışlarını; uzaklara, güneşin kaybolmak üzere olduğu noktaya, ufka bakıyor, sonra yeniden şakımaya koyuluyordu. Güneş uzak ufukta bir bakır tepsi gibi kocaman, batmak üzereydi. diye seslendi yoldan geçen biri… Ardından yeri göğü sarsan haykırma duyuldu : Fırladım kalktım yerimden, sesin geldiği yöne: dedim, Çalışma önderi Datiko avluya girdi.