Bir kilo biftekten ucuzdu, İstanbul'dan Antep'e gitmek. Çünkü ölüm vardı işin sonunda. Daha hızlı varabilmek için yarış ediyordu firmalar birbiriyle. Sonunda çukurlar cesetlerle dolarken, insan sesi değmemiş boşluklar, feryatlarla dolup taşıyordu. Ucuzdu onun için yolculuk.
Vites büyütüyor şoför. İnce bir demir çubuğu itiyor. Pedalın üzerinde eski bir ayakkabı. Pistonlar bastırıyor. Yüzbinlerce yıl önce yaşamakta olan insanlar, ormanlarla birlikte petrol olmuşlar sanki. Yanıyorlar şimdi silindirin içinde.
İşsizler var. Uyuyacak yerleri olmayan yüzlerce işsiz. Yolcuların arasına katılmışlar anlaşılan. Omuz omuza vermişler. Çoğu birbirinin soluğunu alıp veriyor. Jack London'un 'Uçurum İnsanları' geliyor aklıma. Bunlarda uçurum insanları. Hem, uçurumun kenarında, düşmeye, yok olmaya aday cinsinden değiller. Düşmüşler çoktan.
Geniş, güzel yollara bakarak, kendi kendime düşünüyorum: Kapital diyorum, kar etmek, daha fazla kar etmek için, yoksulun parasıyla yol yapmış, otobüs almış, üzerinde gidip geliyor bir güzel. Ve çoğu yolcunun umudunu da hızlı gidebilen otobüslerin direksiyon simidine bağlamışlar. Oysa, direksiyon simidinin üzerinde, kimler oturup keyfetmede!.. Yollarımız olsaydı, şimdikilerden geniş; otobüslerimiz olsaydı, şimdikilerden güzel, hızlı. Ama bizim yaptığımız otobüsler... Bizim için dönen tekerlekler...