Normalde "kitap mı yoksa film mi?" diye sorsalar hiç düşünmeden kitap derim. Fakat kitap hırsızında öyle değil. Evet kitabı güzeldi son sayfayı dolu gözlerle okudum ama filminin yeri bende ayrı, filmi daha çok sevdim.
"İŞTE KÜÇÜK BİR GERÇEK. Öleceksiniz."
Kitabı okumaya başladığımızda karşılaştığımız ilk cümle bu. İki sene önce filmini izlemiştim, olayları biliyordum yani. Ama yine de kitabı heyecan ve merakla okudum. Okuması ayrı izlemesi ayrı güzel. Kitaba gelecek olursak;
Bir tren yolculuğu ve verilen ilk kayıplar ile başlıyor sevgili kitap hırsızı Liesel'in hikayesi. Evlatlık verileceği ailenin yanına giderken, o tren yolculuğunda, karların arasında ilk kitap hırsızlığını yapıyor Liesel. Hikâye 2. Dünya Savaşı Almanya'sında, Hitler döneminde geçiyor. Alman ırkının üstün olduğu, Yahudilerin acımasızca işkence edildiği ve öldürüldüğü dönemde geçiyor yani. Evlatlık olarak verildikten sonra Liesel'in hayatı baştan sona değişiyor. Okuma yazma öğreniyor. Arkadaşlıklar kuruyor. Kitap hırsızı lakabı da Himmel Sokağında takılıyor ona.
Savaşın neler kaybettirdiği, insanların üzerindeki etkileri, hayatları nasıl değiştirdiği gayet etkili bir biçimde anlatılmış. Filmini de izlediğim için mi bilemiyorum ama bazı yerleri okurken sanki onları ben yaşamışım gibi hissettim. Bazen Liesel'i tutup bağrıma basmak, onunla oturup kitap okumak, o çamurlu sokakta futbol oynamak istedim. Savaşa inat, kitaplara, kelimelere büyük bir bağ ile bağlanan Domuz Kızın hikayesini hiç tereddüt etmeden okuyun derim, pişman olmazsınız.