Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk kitaplarını, Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk sözleri ve alıntılarını, Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk yazarlarını, Osmanlı Coğrafyasına Yolculuk yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Rıza Tevfik Beyrut'un sayfiyesi Cunya'da portakal, muz ve hurma ağaçları arasında, deniz kenarında pek sevdiği büyük kayanın üzerinde güneşin doğuşunu seyrederken bir şiir yazar. 21 Mayıs 1939'da yazdığı "Cunya'da bir sabah şafak sökerken” adlı şiirin ilk kıtası şöyle başlar:
"Sevgili Nazlı! Gel Cunya'yı seyret,
Şafak söküyorken, bir sabah erken;
Âfâkı sarıp bir sisli sükûnet,
Lübnan Dağları'na gam çöküyorken! ”
Daha önce hiç Salzburg'u yazmadım Niye mi? İstanbul'a olan sadakatimden. Eski seyyahlar güzellikte İstanbul'la boy ölçüşebilecek iki şehirden bahsederler,
Birisi Napoli, diğeri Salzburg'dur.
Merhum Haluk Dursun hocam konuşmalarında, eserlerinde sıkça vurguladığı bir ifade var: "Gezdiğiniz yerleri turist gibi gezmeyin" Turist gibi gezdiğimizde sadece ne yiyeceğine, ne alacağına odaklanan ve çektiği fotoğrafla kendini olduğundan farklı göstermeye çalışan problemli bir hal ortaya çıkıyor. Esas alınması gereken noktalar kaçırılıyor. Kuran da bize seyahati emreder. Ama gezin görün sizden önceki kavimlerin başına neler gelmiş, bunu farkedin. Hikmet, ibret ve dikkatle coğrafyayı dolaşmak lazım.
Yüreği ile hayata bakan hocamızın, coğrafyaları da yüreği ile gezdiğini bizlere eserinde hissettiriyor. Evde kaldığımız bugünlerde hocamızla beraber Balkanlara, Kuzey Afrika'ya, Filistin'e, Ortadoğu'ya ve en nihayetinde Anadolu'ya ziyaretlerde bulunuyoruz. Neleri kaybettiğimizi hatırlatması, bize bir gelecek ufku ortaya koyması açısından önemli bir eser. Bize bir seyahat rehberi mahiyetinde de görebileceğimiz bu eser ilgilisine ısrarla tavsiye edilir. Bu arada hocama da fatihalar gönderelim.
160 yıl Osmanlı egemenliğinde kalan Macar Yani Engürüs Vilayetinde bugün tek bir minare kalmıştır: Kuzey Macaristan'da Eğri (Eger) şehrinin kale altında meydanda sülün gibi süzülen Eğri Camii Minaresi. Tam meydanda bulunan cami yıkılınca, boynu bükük ve garip minare çok hazin bir görüntü arz etmektedir. Hani bazı İslam Şehirleri vardır ya; İstanbul'u gibi, Edirne gibi, minareler bir sıra dağlar gibi birbirini izler, gözlerinizi, hayallerinizi süsler. Eğri'deki tek minare de bir elif harfi gibi, alımlı bir servi gibi, tevhidi işaret eden bir sembol gibi Eğri meydanında bulunmaktadır. Gerçi Kosova Prizren'de Arasta Camii minaresi de tek başına caddenin kıyısında kalakalmıştır ama onun sağında, solunda, karşısında o kadar cami vardır ki minareler bir saf oluştururlar.
Karşı kıyı Romanya. Orada da "kalafat" isimli bir başka Tuna limanı var. O güzel Tuna kıyısında, akşamın olduğu yerde grup vakti bir çay söyleyip üstadın deyişiyle o çayı karıştırırken "köpük köpük", "duman duman" zamanı eritiyoruz. Yahya Kemal'in,
"Geldikti bir zamanlar
Sarı Saltuk'la Asya'dan
Dağıldık bir bir
Diyar-ı Rum'a Anadolu'dan"
beytinden başlayıp Necip Fazıl'ın Sakarya türküsüne, oradan da
"Haniya kardeşlerin
Mavi Nil, yeşil Tuna
Giden şanlı akıncı
Ne gün döner yurduna"
deyip kendimizden geçiyor ve de akşamı bitirip geceye geçerken, "kökü mazide olan atiyiz" gibi büyük laflar ederken hâl-i perişanımızı aklımıza getiren, daha doğrusu bize titremeden kendimize getiren bir olay cereyan ediyor. Bulgar polis ekipleri bizi sorguya çekmeye başlıyorlar. Bırakın rahatımızı, ağzımızın tadı bile kaçıyor. "Kimsiniz?", Burada neye duruyorsunuz? "," Pasaportunuz var mı? "," Vizeniz hâlâ geçerli mi? " gibi bize beylik soruları soruyorlar. Sorarlar tabii, zaman onların zamanı, beylik onların beyliği; ne demişti Hüseyin Raci Efendi;
" Aziz-i vakt idik a'da zelil kıldı bizi
Esir-i bela - vü sefil kıldı bizi "
Sıradan bir gezgin olursanız, meydana bakıp, kilisenin içine dalıp, turist turist dolaşırsınız. Ama St. Etienne de denilen Viyana merkez katedralinin sadece gotik mimarisinin bir örneği olarak kabul edilmediğini, aynı zamanda Hristiyan iman ve zaferi'nin de bir örneği olduğunu, Müslüman Türkler'e karşı Avrupa'nın bir simgesi olarak bulunduğunu ve çanlarının bizim Viyan'a önlerinden çekilirken kaybettiğimiz topların demirlerinden eritilip döküldüğünü bilirseniz, çanların sesini ta yüreğinizde duyarsınız.
(Selanik'te) Kasımiye Camii avlusunda Türkçe konuşan bir grup kadın dikkatimi çekiyor, yanlarına gidip konuşuyorum. Azerice konuşan Gürcüler yahut Ermeniler? “Hristiyan`ız, din kardeşiyiz diye buraya geldik ama pişmanız. Türkler bunlardan "yahşi" diyor bir tanesi, öbürküler da ona katılıyor. Daha sonra birkaç kilise avlusunda daha gördüğümüz bu Azerice konuşan insanların kim olduklarını, nereden geldiklerini çözemedik. Kasımiye'nin arka bahçesinde birkaç mezar taşı yan yatmış, başkısımlarında "Hüve-l Baki" duruyor, evet Kasımiye'ye Hüve-l Baki diyerek onları orda bırakıp hemen arkasındaki çift kubbeli hamamın yanından Selanik'in en görkemli, ayakta kalabilen camisi'ne geçiyoruz.
Mersklsına not : Kasımiye, bizim 16. yy vezirlerinden Cezeri Kasım Paşa'nın adını taşır.
Selanik kendisini hemen ortaya çıkarmayan, uzaktan bakanlara, gelip geçirenlere asla kendini göstermeyen bir şehir Dışardan zahiri olarak baktığınızda sizi kucaklamayan ama, derununa aşina oldukça koynundan çıkamayacağınız bir şehir.
Yeniçeri bağırışır "gideriz Kızılelma'ya dek". Kızılelma'nın ne olduğunu, nerede bulunduğunu sakın kimse sormasın! Bu yolun sonunun nereye çıkacağını kimse merak bile etmesin.