Osmanlı Tarihi'nden İlginç Hikaye ve Anekdotlar

Enes Türkoğlu

En Eski Osmanlı Tarihi'nden İlginç Hikaye ve Anekdotlar Sözleri ve Alıntıları

En Eski Osmanlı Tarihi'nden İlginç Hikaye ve Anekdotlar sözleri ve alıntılarını, en eski Osmanlı Tarihi'nden İlginç Hikaye ve Anekdotlar kitap alıntılarını, etkileyici sözleri 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Hüseyin Paşa son derece kuvvetliydi. Rivayete göre İstanbul'a gelen İran elçisi memleketinden getirdiği bir yayı Sultan Dördüncü Murâd'a takdim etmişti. Kurulu bir vaziyette bulunan yayın özelliği, boşaltıp yeniden kurmanın son derece zor olmasıydı. Nitekim sarayda düzenlenen bir müsabakada hiçbir şahıs bu yayı boşaltamamış ve padişah yayın Ağa Kapısına asılmasını ve bu işi yapacak olan şahdın kendisine bildirilmesini istemişti. Bu arada Ağa dairesinde hizmet etmekte olan Hüseyin Paşa yayı kurup boşaltmış ve durum Sultan Murad'a bildirilmişti. Hüseyin Paşa, daga sonra aynı hareketi Sultan'ın ve İran elçisinin huzurunda birkaç defa tekrarlayınca, Sultan pek beğendiği bu genci bir daha yanından ayırmdı.
Böyle bir çölden geçerken bir müddet sonra Yavuz, atından inerek yürümeyr başladı. Askerler hayret ve dehşet içindeydi. Atların bile kanının kaynadığı, zor yüründüğü bu çölde, 'Sultan niye atından inip yürüyor' diye fısıltılar başladı. Bu degşet içinde askerler de aylarından inip yürümeye başladılar. Askeri Paşalar, Yavuz'un can dostu olan, veziri ve yardımcısı Hasan Can'a; "Ne olur Hünkar'a sorun, acep bu ne iştir?" dediler. Hadan Can bu halin neyin nesi olduğunu Padişah Yavuz Sultan Selim Han'a sorunca, Yavuz gür sesiyle; "Hasan, Hasan görmüyor musun? Önümüzde Allah'ın Resulü, Fahri Kâinat Efendimiz yürüyor. Bize yol gösteriyor, rehber oluyor, tercüman oluyor. O yaya yürürken, biz nasıl at üzerinde olabiliriz?" dedi.
Reklam
'Şamaroğlanı' Osmanlı'da şehzadeye ders veren öğretmenin ders sırasında öğrencisine kızdığı vakit, ders verdiği ve hata yapan şehzade yerine dayak atılan kişiye verilen genel bir isimdir.
Sultan II.Abdulhamid Han'ın başkâtibi Esad Bey anlatıyor: "Bir gece yarısı, çok mühim bir evrakın imzası için Sultan'ın kapısını çaldım. Fakat açılmadı. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldım, yine açılmadı. Acaba Sultan'a bir Emr-i Hak mı vaki oldu diye endişelendim. Biraz sonra tekrar çaldım, açıldı. Sultan, elinde havlu ile yüzünü kuruluyordu. Tebessüm ederek, 'Evlad, bu vakitte çok mühim bir iş için geldiğinizi anladım. Daha kapıyı ilk vuruşunuzda uyandım. Abdest aldım. Onun için geciktim. Kusura bakma. Ben bu kadar zamandır bu milletin hiç bir evrakını abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayalım' dedi. Besmele çekerek evrakı imzaladı.
"İsmail Bahadır. Sen, benim sinirim ve yurdum üzerinde görünmekle bana meydan okudun. İşte ben geldim ve haftalarca yürümekte olduğum halde, ne senden ve ne de askerlerinden bir eser yok. Ölü müsün yoksa sağ mısın bilemem. Sen hileden başka bir şey bilmez misin? Eğer korkuyorsan bir doktor bul, seni tedavi etsin. Fakat seni korkutmamak için, en iyi askerinden 40.000'ini Kayseri civarında bıraktım. Zannederim ki düşman hakkında bundan daha iyi lütufkarlık gösterilemez. Lakin kendini gizlemekte devam edecek olursan erkek sayılmazsın. Nasihatimi dinle, miğfer yerine kadın örtüsü kullan ve hüküm sürmek isteğinden de vazgeç." Yavuz Sultan Selim, bundan sonra Şah İsmail'e mektupla beraber bir kadın donu ile bir çarşaf gönderdi.
Büyük bir veli olan Muhiddin-i Arabi Hazretleri o zamanın insanlarına; "Sizin taptıklarınız benim ayaklarımın altındadır" dediği için zamanın alimleri idamına hükmetmişler ve idam edilmişti. Muhiddin-i Arabi Hazretleri'nin vefat etmeden söylediği başka bir söz vardı; "Sin Şın'a girdiği zaman Muhiddin'in kabri meydana çıkar." Bu söz alimlerce şöyle çözülmüştü; Sin ile kastedilen, Sultan Selim yani Yavuz'dur. Sin ile kastedilen ise Şam şehridir. Sultan Selim Şam'a girince Muhiddin-i Arabi Hazretlerinin kabri bulunacaktır. Aynen denildiği gibi olmuş ve mübarek zatın kabrini Yavuz Sultan Selim ölümünden 300 yıl sonra bulup yaptırmıştır. Vefatına sebep olan söz üzerinde de durdu. Bu sözü nerede söylediği araştırıldı. Hangi mekanda o sözü söylediği de tespit ettirilip kazıldığında, oradan bir küp altın çıktı. Muhiddin-i Arabi Hazretleri o sözle hem 'Siz maddeye tapıyorsunuz' demek istemiş ve hem de orada bir küp altın bulunduğunu ve yerini haber vermek istemişti. Muhiddin-i Arabi Hazretleri 1240'da Şam'da vefat etmiş ve Kasyon Dağı'na defnedilmiştir.
Reklam
71 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.