Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları

Murat Bardakçı

En Eski Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları Gönderileri

En Eski Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları kitaplarını, en eski Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları sözleri ve alıntılarını, en eski Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları yazarlarını, en eski Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Sanatın bir çok dalında olduğu gibi, musikide de yozlaşmanın ilk görüntüleri, kimi bestecilerin klişe melodilere saplanması, biçimlerin giderek basitleşmesi ve sonuçta şarkı formuna sıkışıp kalınmasıdır. Bunda, musikinin sanat için yapılması maksadının terkedilerek, günlük hayata uyarlanması ve parçaların talebe göre bestelenmesi keyfiyeti vardır ve bugün ‘ticari’ diye nitelenen müziğin; hatta arabeskin temelinin bile, o dönemde (Sanatta batıya yakınlaşma, modernleşme, Tanzimat sonrası 1910’lu yıllar) aranması gerekir.
...parlak melodilerle birlikte akan usüller, bestecinin bu sahadaki ustalığını göstermektedir. Musikiyi, dönemin en usta musikicilerinden ve geleneksel hoca-talebe ilişkisiyle, yani ‘meşk’le öğrenmesi Refik Fersan’ın bestecilikteki başarısında önemli etkendir.
Reklam
(Kitabın 18’inci sayfasında Refik Beyin 1919’da girdiği ve en yüksek Booth aldığı, Mızıka-i Hümayun’a giriş imtihanından sorulara bir göz attıktan sonra...) Bu imtihanın, bugünkü resmi musiki kuruluşlarında yapılanlarla mukayesesini veya bu seviyede yapılacak bir başka imtihanda, günümüz üstatlarının ne derece başarılı olacakları hususunu bir yana bırakalım... Asıl mesele, günümüz musikisinin, artık değil bu imtihana girebilecek öğrencinin, bu soruları sorabilecek bir imtihan heyetinde yer almaya layık tek bir hocanın bile bulunmadığı bir hale gelmiş olmasıdır.
Bir zamanlar Ali Efendi’lerin, Cemiller’in ve talebelerinin elinde zirveye çıkan bu saz(Tanbur), şimdi “ismi var, cismi yok” halde... Tavrı kaybolmuş, tınısı gitmiş, icracısı bol ama kendisi meçhullerde... Eskilerin “nazlı” dediği parlak sesi solmuş, toklaşmış, artık uda yakın... Sesler tek tek işitilmiyor, kaydırmayla yalama arası bir icra... Sebep , perdelere sağlam basılmaya üşenilmesi... Taksimde melodi zaten yok, gün yerli yersiz garip trillerin... tavır yahut teknik elde etmekten çıkmış, sadece taklide dayanan bir Cemil saplantısı...
Ailenin reisi Faik Bey servetini halde, Rus ve Alman paralarına çevirmiş, her şeyini Avrupa bankalarına transfer etmişti. Almanya’nın savaşta yenilip iflas etmesi ve Rusya’da patlayan 1917 Ekim Devrimi her iki parayı da pula çevirmiş, eski mabeyincinin muazzam serveti kül oluvermişti. İşte Refik-Fahire çiftinin bir zamanlar aristokrat aile gelenekleri icabı başlattıkları musikiyi sonradan meslek edinmelerinin sebebi de, bu geçim derdidir. Sefalet çekmemiş ama, hiç bir zaman da müreffeh bir hayat sürmemişlerdir. “Kış yaklaşıyor, kömürümüzü hala alamadık..” “Hamdolsun tig-ü teber, şâh-ı levendâz” (Mali vaziyeti bozuk, meteliksiz)
Kıskanma, değerini bimeme, engel çıkartma, önüne geçme... böylesine davranışlarla karşılaşmak galiba san’atkârların kaderinde vardır ve Refik Bey’in hayatı da böyle örneklerle doludur. “1 Haziran 1960 tarihinde, radyo kumandanı Kenan Bey’in emriyle, kontratım feshedildi ve bunca senelik emeğim bir tekme ile neticelendi. Benim Allah’ım var. O kudret sahibinin, kudretine bütün varlığıyla iltica eden bir ailenin evladlarını lütuf, kerem ve inayetine daima mazhar edeceğine hiç şüphem yoktur. Bizleri bu inayetinden mahrum etmeyeceğine emin ve müsterihim. Elhamdülillah...”
Reklam
Radyolar eski zamanın Türk Müziği Konservatuarlarıdır. Türk müziği öğretimi veren tam teşekküllü resmi okulların açılması ancak 1970’li yıllarda gerçekleşmiş, böyle okulun varolmadığı dönemlerde bu öğretim, Refik Bey tarafından hazırlanan üç düzeyli bir programa göre yapılmıştır. Bu programın en ilginç taraflarından biri, bugün oldukça ihtiyaç duyduğumuz “adab-ı muaşeret” dersini ihtiva etmesidir.
“...Bugün bir ses sanatkarının ...herhangi bir eserin nağmelerle müzeyyen güftesinin muhteviyatını musiki diliyle tasvir edebilmesi ancak: a) Ses güzelliği b) Telaffuz ve lehçesi c)Üslûp, tavır ve eda gibi hususi yeteneklere sahip olmasıyla mümkün olabilir. Eski musiki kitaplarında, bu bilgilere sahip olanlara şöyle derlerdi: Lehçe-i zibâsı menba-ı letâfet (güzel lehçesi letafet kaynağı), avâz-ı pâkizesi pür halâvet (nazik ve edalı sesi bal gibi tatlı)... Günden güne adedi artan bir takım cahil çocuğun, üstelik cür’et ettikleri bestelerini (!) piyasa okuyucularına meyhanede okutmaları ve bu aşağılık parçaların radyolarımıza bugün sirayet etmesi ne kadar acı hakikattir! Bu gibi şarkıları okuyanları, yine eski kitaplar.. “Lehçesi nezaketten nâfir, sadây-ı bülendi kâfir, kıvrak göbek havalarına vâfir” tabiri ile kaydetmişlerdir.”
“Başını kaldır, gel de eserin ne hale gelmiş, nasıl çığırından çıkmış gör!” “...bestekârı sağ olsaydı da, bu eserin bu hale geldiğini göreydi. O güzelim besteyi yaptığına bin kere pişman olurdu.” “...Âtîde Tanbûrî Cemil gibi eşsiz bir virtüözün sulbünden Mesut Cemil gibi basit bir şasende gelecek, radyo icad olunacak, orada Mesud Cemil tarafından koro heyeti diye bir heyet teşkil olunacak, bir çok eski musiki eserlerine nüanslar verilecek, söylerken tizden pese indirilecek, bunlara güya renk verilecek, bu vehime ile hepsi gülünç bir hale konulacak.. deselerdi” “...Mesut Cemil meydanı boş buldu, muttasıl bağırıyor... şimdi ben ona diyorum ki. ‘Elinden geliyorsa yeni eserler yap ama Allah aşkına Hammamîzade İsmail Dede’lere, Şakir Ağa’lara, Itri’lere...dokunma, o zavallıların ruhunu incitme... Hem bizi radyoda rahat bırak da, Tannhauser’in ‘hacılar korosu’nu, Weber’in ‘Valse davet’ namındaki o bîmisil eserini, Beethoven’in Pastoral’ini yahut Ay Aydınlığını, Lizst’i, Necip Aşkın hey’etinde hem de allegroları, andanteleri, furyozaları... ve bütün mûsikî ânâtiyle rahat rahat dinleyelim.” “Belki bu yazılarıma karşı bir takım sesler yükselir... varsın, yükselsin... ne yapayım ben de bunlara karşı Çamlıca’da, köşeciğimde, “Ey dil ne bitmez bu âh-u vâhın / Feryâd elinden baht-ı siyahın” türküsünü söylerim...” (Servet Yesari’nin 1942’de Radyo Müdürüne, müziğin yozlaştığı, bunda da Türk Müziğinde yeni bir icra tarzının denendiği, Radyoda çalan Mesud Cemil idaresindeki ‘Tarihi Türk Musikisi Korosu’nun da buna öncülük ettiği düşüncesiyle yazdığı mektuptan bölümler..)
Suriye daveti üzerine maddi-manevi bir nebze rahatlama düşüncesiyle Şam’a giden Fersan ailesi orada da sükuna eremez, zira kendilerini Arap-İsrail savaşının içerisinde bulurlar. Dahası ayaklarını ülkeye basar basmaz, Suriye Haberalma Teşkilatı ‘El-Muhaberat’ın göz hapsindedirler. Hatta büyük kızları Melek karışıklıkla İsrailli bir casusa benzetilir, iş çözülünceye kadar huzursuz edici çok şey yaşanır. Hatta eşi Fahire’nin kemençesiyle katıldığı konserlerde ‘icra sırasında yay hareketleriyle İsrailliler’e şifre verdiği bile iddia edilebilmiştir. Ülkeye, Suriye’nin güçlü işadamlarından biri olan Şam Meb’usu Fahri el Barudi’nin davetiyle gelmelerine rağmen...
40 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.