Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları

Murat Bardakçı

En Beğenilen Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları Gönderileri

En Beğenilen Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları kitaplarını, en beğenilen Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları sözleri ve alıntılarını, en beğenilen Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları yazarlarını, en beğenilen Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Göztepe’deki köşkümüzün bahçesinde feryad eden bülbülün nağmeleriyle mestolan hocam Tanburi Cemil Bey merhum, içinden gelen büyük bir tehâlük ve iştiyakla kemençesine sarılarak, segâh makamında bir taksime başlamıştı. Bir taraftan bize oldukça uzakta öten bülbülün şakrak feryad ve figanı, diğer taraftan ona cevap veren büyük dâhînin elindeki kemençenin hazin, muhrik (yakıcı) ve ilahi nağme ve giryanı karşısında vecd ve istiğrak-ı âşıkane (âşıkane bir şekilde dalma, kendinden geçme) içinde mest-i lâ-ya’kıl(sızmış, sarhoş) kalan bizler, bilâihtiyar gözlerimizden dökülen yaşları zaptedemiyorduk. O gece kemençenin ilahi nağmelerinin teshîriyle (büyülemesiyle) biraz ötede öten bu sevimli hayvan yavaş yavaş bize yaklaştı... artık örmeden Kemal-i sükûn ve huşû ile dinliyordu. Her taksimin sonunda taştılar (kendinden geçen) bülbül, evvela hafif hafif yalvarıyor, niyaz ediyor; bu temenni nazar-ı itibara alınmazsa canhıraş feryadlara başlıyor, ağlıyor, tehdid ediyor, zorla ahenge devam ettiriyordu. Cemil bey gibi rakîk ve merhametli bir san’atkâr bu aşık-ı şûrideye (perişan aşığa) nasıl kıyabilirdi. Hâsılı taa şafak sökünceye kadar bu ahengi dilârây-ı âşıkane (âşıkane bir şekilde gönül alan ahenk) hem mini mini âşık-ı şûrideyi hem bizleri tarife imkanı olmayan manevi bir halet-i ruhiyye içinde surûr ve şâdmaniye gark etmişti. Değerli musiki üstadı hocam müteveffa Levon Hanciyan da, buna benzer bir vak’ayı, tavandan inip fasıl dinleyen bir örümcek üzerine uzun uzun anlatır...
Sayfa 114Kitabı okudu
Ötedenberi memleketimizde her devirde ve her muhitte maatteessüf, büyük san’atkarlardan sahne artistleri “soytarı”, musiki artistleri “çalgıcı”, ressamlar “boyacı” addedilmiştir. Kendilerine layık oldukları mevki verilmemiş, teessüflerinden kimi teverrüm ederek (verem olarak) hastane köşelerinde, kimi terk-i diyar ederek gurbet ellerinde, kimi de
Sayfa 137Kitabı okudu
Reklam
Sultan Mahmud her akşam yemekten sonra sedirine uzanır ve paravan arkasından Enderûn-ı Humayûn Sazendegânı tarafından çalınıp okunan eserleri bir iki saat kadar dinler uykusu gelir yatarmış. Bir akşam yine sazlar çalmaya başlamış, aradan iki saat, üç saat geçmiş, hâlâ : “Devam! Bilâ fasıla (ara vermeden) devam etsinler...” Zavallı san’atkârlar, zebellâh gibi Arap musahiblerin nezareti altında yerlerinden bile kımıldamayarak mütemadiyen fasıllarına devam ediyorlarmış. Aradan iki saat daha geçmiş, alaturka saat beş olmuş (akşam ezanı 12 oluyor yani akşam ezanından beş saat sonra) padişah hâlâ uyanıkmış. Zavallı sazende ve hanendelerin neredeyse kasıkları çatlıyormuş. Fasıl yine nihayet bulmuş, bir ara durmuşlar. Padişah tekrar: “Devam! Fasıla ara vermesinler, hemen bir başka fasıla başlasınlar!...” emrini vermiş. San’atkârlar fena halde sıkışmışlar. Dellâlzade saatine bakmış. “Saat beş bozuk.. Haydi, “Büzürg makamına başlayalım. Padişahın asabını bozacak ve kızıp derhal bizi kovacaktır. Başka çaremiz yok!...” demiş. Taksime başlamış, daha zemini icra ediyorlarmış ki fena halde hiddetlenen padişah: “Kâfi kâfi Defolsunlar!...” demiş ve üstadlar “Oh!” diyerek huzurdan ayrılmışlar ve her biri bir kademhaneye şitaban olmuşlar (yüznumaraya koşmuşlar).
Sayfa 119Kitabı okudu
“Cenab-ı Hak bizi idare eden nâmerd, merhametsiz insanların elinden kurtarsın...”
Yıl 1935.. İzmirde çeşiti konserler verdikten sonra, gece şöyle bir rüya gördüm. Etrafı gümüş parmaklıklarla çevrilmiş bir türbe. Türbenin başucunda bir kapı. Ben Münir’le (M. Nurettin Selçuk) birlikte bu kapıdan giriyoruz. Üç köşe ve her köşede geniş pencereli birer oda. Bu odanın sağ köşesinde, yeşil örtülü bir rahlenin üzerinde büyük bir Kur’an-ı Kerim açık olarak duruyor. Rahleye yaklaşıyorum, “İkra’ b-ismi” sure-i şerîfesini okuyorum. Münir’e hitaben; “Haydi Münir’ciğim, şu sureyi okuyuver, arkasından da üç ihlas bir Fatiha okuyup, şu zatın ruhuna hediye edelim” diyorum. Münir güzel sesiyle okumaya başlıyor ve ağlayarak uyanıyorum. Ertesi gün bu rüyayı arkadaşım Münir ve eşim Fahire’ye anlattım. “Hayırdır inşallah” dediler ve seyahatimize devam ettik. Manisa, Akhisar, Uşak, Adana, Tarsus, Mersin, Gaziantep, Adana.. derken dönüşe geçiyorduk ki, Adana’da telgrafla Bağdat erkânıharb reisi Tahir Paşa tarafından gelen ve programda olmayan bir davet aldık. Pasaportlar yapıldı, yola çıktık. Bağdat’ta konserler verildi. Bağdat’ta Tahir Paşayı ziyaretmizde Hazret-i Abdülkadir-i Geylani’yi ziyaret etmeden gitmememizi rica etti. Ziyaretimizde bizi üçümüzü ağlatan ve derinden etkileyen olay, daha önce gördüğüm ve anlattığım rüyayı bütün detaylarıyla yaşamamızdı. Etrafı gümüş parmaklıklarla türbeyi görünce her tarafım titremeye başladı, üç köşe, pencereler.. ve rahle üzerindeki açık Kur’an ve İkra’ suresi.. Münir’e rica ettim o okudu biz ağladık. Ve Artaki parmaklıklara yüzünü gözünü sürerek dualar etti ağladı...
Sayfa 163Kitabı okudu
Çargâh makamında ayîn-i şerif, ilahi, tevşîh ve durak gibi eserlerden maada (dışında), şimdiye kadar hiçbir lâdinî eser bestelenmemiştir. Harik (yangın) zuhuruna veya herhangi bir felakete sebep olabileceği korkusuyla, zevk alemlerinde ve işret meclislerinde bu makamın esatizegân-ı eslâf (eski zamanların üstadları) tarafından men’ olunduğu malumdur. Buna rağmen bir gün, bu makamın seyri ve teşkili hakkında bir malumat edinebilmek için hocam Cemil Bey’den ufak bir taksim rica ettim. Hatırımı kırmadı, kemençesini alarak kendine has bir eda ile taksime başladı ve karar verdi. Herhalde kendisinin de hoşuna gitmiş olacak ki, Tiz saba’dan meyâna girdiği zaman o anda velûd ruhundan tulû eden bir kaç nağme-i dilsûz (gönül yakıcı nağme) ile kemençe feryada başlar başlamaz, bende tahammül kalmadı. Gözümden yaşlar boşanıyor , kendimi başka bir alemde görüyordum. Fakat birdenbire ortalığa yayılan keskin bir bez kokusu, bu harikulâde nağmeyi kararsız bıraktı. Üstad taksimine başlarken elinde yanar bir halde bulunan sigarasını minder üzerindeki sigara tavlasının kenarına koymuş, sigara tavlanın hizasına kadar yandıktan sonra kurtulup minderin üzerine düşmüş, evvela minderi yakmış ve pamuklara sirayet etmiş. Hemen biraz su dökerek ateşi söndürdük.
Sayfa 119Kitabı okudu
Reklam
BANA MUSİKİ NEDİR TARİF EDER MİSİN?.. Atatürk’lü yıllarla.. 1924 senesinde Muzıka-i Humayun’un ilga ve tasfiyesinden sonra, Ankara’da Riyaset-i Cumhur Mızıka Hey’eti Alaturka muallimliğine tayin oldum. Münir Nurettin Selçuk’un pederinin ricası üzerine, nota ve musiki bilgisi zayıf olan arkadaşım, dostum Münir’le meşgul oldum. O da Ankara’ya tayin
Sayfa 148Kitabı okudu
“Bülbül sesi alafranga mıdır, alaturka mıdır? Ne cevap vereceğiz? Ne Rast, Nihavend makamıdır, ne de majör veya minördür. Yalnız güzel bir musikidir. Musiki, herkesi ayrı ayrı seslerle mütehassis eder...” Musiki tekdir Refik Bey nazarında. Bir notunda “Kendimi bildim bileli, zaman zaman Şark ve Garb musikisi arasında bir münakaşa, bir mücadele kopar...!” demekte, bir başka notunda bu kavganın gereksizliğime temas etmektedir.
Kıskanma, değerini bimeme, engel çıkartma, önüne geçme... böylesine davranışlarla karşılaşmak galiba san’atkârların kaderinde vardır ve Refik Bey’in hayatı da böyle örneklerle doludur. “1 Haziran 1960 tarihinde, radyo kumandanı Kenan Bey’in emriyle, kontratım feshedildi ve bunca senelik emeğim bir tekme ile neticelendi. Benim Allah’ım var. O kudret sahibinin, kudretine bütün varlığıyla iltica eden bir ailenin evladlarını lütuf, kerem ve inayetine daima mazhar edeceğine hiç şüphem yoktur. Bizleri bu inayetinden mahrum etmeyeceğine emin ve müsterihim. Elhamdülillah...”
Sanatın bir çok dalında olduğu gibi, musikide de yozlaşmanın ilk görüntüleri, kimi bestecilerin klişe melodilere saplanması, biçimlerin giderek basitleşmesi ve sonuçta şarkı formuna sıkışıp kalınmasıdır. Bunda, musikinin sanat için yapılması maksadının terkedilerek, günlük hayata uyarlanması ve parçaların talebe göre bestelenmesi keyfiyeti vardır ve bugün ‘ticari’ diye nitelenen müziğin; hatta arabeskin temelinin bile, o dönemde (Sanatta batıya yakınlaşma, modernleşme, Tanzimat sonrası 1910’lu yıllar) aranması gerekir.
40 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.