Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları

Murat Bardakçı

Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları Gönderileri

Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları kitaplarını, Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları sözleri ve alıntılarını, Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları yazarlarını, Refik Bey - Refik Fersan ve Hatıraları yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
1938 senesi Teşrinevvelinde (Ekim ayı, İstanbul radyo arkadaşları ile birlikte, Ankara radyosuna tayin olunduk. O tarihten beri her şeye veda ettik. Mahrumiyet içinde, envaî maddi ve manevi sıkıntılara katlanarak meşakkatli bir hayat sürmekte ve çile doldurmaktayız. Allah encâmımızı hayır eyleye. Bizden beterlerini göz önüne getirerek halimize şükredip her şeyi sineye çekiyoruz...
Sayfa 165Kitabı okudu
Yıl 1935.. İzmirde çeşiti konserler verdikten sonra, gece şöyle bir rüya gördüm. Etrafı gümüş parmaklıklarla çevrilmiş bir türbe. Türbenin başucunda bir kapı. Ben Münir’le (M. Nurettin Selçuk) birlikte bu kapıdan giriyoruz. Üç köşe ve her köşede geniş pencereli birer oda. Bu odanın sağ köşesinde, yeşil örtülü bir rahlenin üzerinde büyük bir Kur’an-ı Kerim açık olarak duruyor. Rahleye yaklaşıyorum, “İkra’ b-ismi” sure-i şerîfesini okuyorum. Münir’e hitaben; “Haydi Münir’ciğim, şu sureyi okuyuver, arkasından da üç ihlas bir Fatiha okuyup, şu zatın ruhuna hediye edelim” diyorum. Münir güzel sesiyle okumaya başlıyor ve ağlayarak uyanıyorum. Ertesi gün bu rüyayı arkadaşım Münir ve eşim Fahire’ye anlattım. “Hayırdır inşallah” dediler ve seyahatimize devam ettik. Manisa, Akhisar, Uşak, Adana, Tarsus, Mersin, Gaziantep, Adana.. derken dönüşe geçiyorduk ki, Adana’da telgrafla Bağdat erkânıharb reisi Tahir Paşa tarafından gelen ve programda olmayan bir davet aldık. Pasaportlar yapıldı, yola çıktık. Bağdat’ta konserler verildi. Bağdat’ta Tahir Paşayı ziyaretmizde Hazret-i Abdülkadir-i Geylani’yi ziyaret etmeden gitmememizi rica etti. Ziyaretimizde bizi üçümüzü ağlatan ve derinden etkileyen olay, daha önce gördüğüm ve anlattığım rüyayı bütün detaylarıyla yaşamamızdı. Etrafı gümüş parmaklıklarla türbeyi görünce her tarafım titremeye başladı, üç köşe, pencereler.. ve rahle üzerindeki açık Kur’an ve İkra’ suresi.. Münir’e rica ettim o okudu biz ağladık. Ve Artaki parmaklıklara yüzünü gözünü sürerek dualar etti ağladı...
Sayfa 163Kitabı okudu
Reklam
Macaristan’da.. ertesi sabah radyo müdürü otele geldi. Hiç olmazsa iki konser daha vermemizi rica etti. Adamcağız bütün gün ve ertesi günü bizi her tarafa götürdü gezdirdi ve son gün istasyona kadar gelerek teşyi’ etti. Radyomuzu idare eden fürû-mâye (mayası bozuk) insanlara ibret ve şahıslarına lânet olsun!
Sayfa 161Kitabı okudu
1931 senesinde Atina’ya davet olunduk. Verdiğimiz konserler ve bilhassa saz eserlerimizden Musahabat-ı Musikiye vb o kadar alkışlandı ki.. hatta hakkında “Beynelmilel Balkan Marşı olabilecek bir eserdir” diye elimi sıktılar.. Diğer bir konserimiz daha mükemmel oldu. Eski Kadıköylü’lerden Atina belediye reisinin validesi de gelmiş. O kadar ağlamış ki, “Şimdiden sonra ölsem de gözüm arkada kalmaz” demiş ve locasında heyecandan ölüvermiş. “Türkiye’de olsaydı, belki rahmetli Hafız Kemal’e bir mevlid okuturduk” diye günlerce yadettik durduk.
Sayfa 159Kitabı okudu
1928 senesinde Mısır Prensi Yusuf Kemal yatıyla Türkiye’ye geldi. Beni çağırttı. Münir Nurettin Selçuk’la gittik. Bizi dinledi, hayran oldu. Beni birlikte götürmek istedi ise de çok hata ettim gitmedim. Bana kayd-ı hayat şartıyla ayda 20 İngiliz lirası aylık bağladı. 6 yıl boyunca Banco di Romna’dan aldım. Aynı sene 2 ay müddetle yeniden Mısır’a davet olundum... Bizi prensler gibi karşıladı. İki ay müddetince o kadar ikram ve iltifat etti ki, dil ve kalem taksimden acizdir. Akşamları bir saat kadar saz dinliyor, bizi yormaktan çok hazer ediyordu. Mısır’da dinlemeyi arzu ettiğimiz Ümmügülsüm, Müniretü’l-Mehdiyye, Abdulvehhab... vesaire gibi yüksek san’atkârları sarayına çağırarak bizim ayağımıza getirtti. Bizi de onlara dinletti, meftun oldular. Sese, tanbura, kemençeye bayıldılar.
Sayfa 158Kitabı okudu
Columbia Plakları’yla, 1936’da imzalanan “hafif şarkılar” sözleşmesi... Refik Bey “medar-ı maişet” için yaptığı bu şarkılara ismini koymamış, sözleşme “Fahire Refik” adına yapılmış...
Sayfa 155Kitabı okudu
Reklam
BANA MUSİKİ NEDİR TARİF EDER MİSİN?.. Atatürk’lü yıllarla.. 1924 senesinde Muzıka-i Humayun’un ilga ve tasfiyesinden sonra, Ankara’da Riyaset-i Cumhur Mızıka Hey’eti Alaturka muallimliğine tayin oldum. Münir Nurettin Selçuk’un pederinin ricası üzerine, nota ve musiki bilgisi zayıf olan arkadaşım, dostum Münir’le meşgul oldum. O da Ankara’ya tayin
Sayfa 148Kitabı okudu
Ötedenberi memleketimizde her devirde ve her muhitte maatteessüf, büyük san’atkarlardan sahne artistleri “soytarı”, musiki artistleri “çalgıcı”, ressamlar “boyacı” addedilmiştir. Kendilerine layık oldukları mevki verilmemiş, teessüflerinden kimi teverrüm ederek (verem olarak) hastane köşelerinde, kimi terk-i diyar ederek gurbet ellerinde, kimi de
Sayfa 137Kitabı okudu
Rahmi Bey, ismi gibi “Rahmi” (rahmeden, acıyan) idi... 1924 senesi Nisan ayında, Fahire ve çocuklarım kızamık çıkardılar. Hepsi kırk derece ateşle yatıyordu... Rahmi bey de bize uğramıştı, o da çok müteessir olmuştu durumlarına... Doktor muayene etti, çeşitli ilaçlarla birlikte “portakal şerbeti pek iyi gelir, portakal bulundurun, bol bol
Sayfa 130Kitabı okudu
Reklam
Rahmi Bey’i, bir gün önemli bir düğüne davet ediyorlar. O tarihte tekaüd (emekli) edilmiş olduğundan, oldukça zaruret içimindeydi. Çarşı içindeki kuyumcuların vitrinine bir göz atmış, layık görebildiği hediyeleri temin edemeyeceğini anlayınca, tehi-dest (eli boş) olarak davete icabet etmiş. Bütün ailenin Rahmi Bey’e fevkalâde hürmetleri olduğundan fevkalâde Hüsn-ü kabul görmüş, fakat diğer davetlilerin getirdiği hediyelere karşı biraz müteessir olmuş ve derhal “Ey Mutrıb-ı zevk-âşina / Bir şarkı yaptım ben sana / Reftarı tarzı nev-edâ / Çal söyle eğlen daima” şiirini yazmış. Kürdilihicazkar’dan hemen bestelemiş ve düğün hediyesi olarak takdim etmiş... İlk eseri de Şevki Bey’in vefatı üzerine “Gül hazîn, sünbül perişan, bağ-ı zârın şevki yok” Bayâti şarkısıdır.
Sayfa 128Kitabı okudu
1907 senesinde çok şiddetli bir kış kâinata göz açtırmamış, Erenköy civarı adeta kalın bir kar tabakası altında kalmıştı. Biz o tarihte Rıdvan Paşa köşkündeydik. Köşkün bahçe kapısını açabilmek için, adam boyundaki karlar arasında adeta bir tünel açarak köşkten kapıya kadar bir yol temin edildi. Kapıyı açtılar fakat sokakta in-cin top oynuyordu. Adamlarımızdan üç-dört kişi, birbirini takiben sokağa çıktılar. Fırına kadar gidip ekmek tedarik edeceklerdi... Karları sökemediler. Nefes nefese boğazlarına kadar gömülüyorlardı. Nihayet bahçıvanlar, arabacılar, deyişler ve diğer uşakların hepsi komşularımızın adamlarıyla birleşerek birbirlerini ipe bağlayarak, istasyona kadar gidebildiler. Fakat fırında bir dirhem ekmek yoktu. Nasılsa bir çuval un temin ederek avret ettiler. Biz iki-üç gün evimizde ekmek yaptık ve bulduğumuzu yedik. Her köşkün halkı, o sene adeta birkaç gün aç kaldı. Fakat nisan nihayetine doğru öyle güzel bir bahar oldu ki etraf misk gibi kokuyor, çiçekler açmış, bülbüller feryad ediyor... Ortalık cennet gibiydi. Rahmi Bey merhum, bu güzel baharın hatırasını güzel bir şiiriyle ve bestesiyle ilânihâye yaşatmak istedi: “Geçti o eyyâm-ı sermâ / Oldu baharın âsârı peyda / Giymiş yeşiller kûhsâr-ı sahrâ / Güller çiçekler açmış serâpâ / Bülbüller olmuş hep neğme-pirâ”.
Sayfa 126Kitabı okudu
Hafız Hüsnü, “Gençliğimde, benim gayet tiz ve gür sesim vardı. Sultan Aziz beni hıfza çalıştırdı. Enderun’a kaydettirdi. Dolmabahçe camii şerifinde okuduğum ezan Üsküdar’dan işitilirdi. Fakat bir düşmanlık eseri ki desem, sesim kısıldı. Birçok seneler böyle kısık sesle Kur’an okudum. Nihayet Sultan Hamid, Doktor Vafiyadis’e ameliyat yaptırdı. Sesim biraz açıldı. Çok sevindim. Sultan Reşad tahta çıktığı zaman, Doktor Taptas ikinci bir ameliyat yaptı, biraz daha açıldı. Ah! O eski sesim olsaydı...”
Sayfa 124Kitabı okudu
Hafız Hüsnü Efendinin en sevdiği yemek, kendi tabiriyle “tatlı dil, güler yüz” idi. Bize geldiği zaman, kendisine mahsus bir kuzu başını sofrada hazır bulundururduk. Kahveyi sever ama nasıl şapırdatırdı. Hiç böyle kahve içene rastlamadım. Her şaşırtırsa “Oh! hay ömrünüze bereket...” dediği üst kattan işitilirdi. Rakıya bayılırdı Hafız Efendi, evvela bir-iki kadeh içer, namazını kılar, ondan sonra gece yarılarına kadar içer fakat serhoş olmazdı. Zevklenir, neşelenir, okur, ağlatır, güldürür; hikayeler, efsaneler anlatır; tasavvuftan bahşeder, bir taraftan da içerdi.
Sayfa 124Kitabı okudu
Çargâh makamında ayîn-i şerif, ilahi, tevşîh ve durak gibi eserlerden maada (dışında), şimdiye kadar hiçbir lâdinî eser bestelenmemiştir. Harik (yangın) zuhuruna veya herhangi bir felakete sebep olabileceği korkusuyla, zevk alemlerinde ve işret meclislerinde bu makamın esatizegân-ı eslâf (eski zamanların üstadları) tarafından men’ olunduğu malumdur. Buna rağmen bir gün, bu makamın seyri ve teşkili hakkında bir malumat edinebilmek için hocam Cemil Bey’den ufak bir taksim rica ettim. Hatırımı kırmadı, kemençesini alarak kendine has bir eda ile taksime başladı ve karar verdi. Herhalde kendisinin de hoşuna gitmiş olacak ki, Tiz saba’dan meyâna girdiği zaman o anda velûd ruhundan tulû eden bir kaç nağme-i dilsûz (gönül yakıcı nağme) ile kemençe feryada başlar başlamaz, bende tahammül kalmadı. Gözümden yaşlar boşanıyor , kendimi başka bir alemde görüyordum. Fakat birdenbire ortalığa yayılan keskin bir bez kokusu, bu harikulâde nağmeyi kararsız bıraktı. Üstad taksimine başlarken elinde yanar bir halde bulunan sigarasını minder üzerindeki sigara tavlasının kenarına koymuş, sigara tavlanın hizasına kadar yandıktan sonra kurtulup minderin üzerine düşmüş, evvela minderi yakmış ve pamuklara sirayet etmiş. Hemen biraz su dökerek ateşi söndürdük.
Sayfa 119Kitabı okudu
40 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.