Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci

Hacı Bayram Başer

Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci Gönderileri

Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci kitaplarını, Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci sözleri ve alıntılarını, Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci yazarlarını, Şeriat ve Hakikat Tasavvufun Teşekkül Süreci yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tasavvufun tedvin sürecinde gerçekte ne olduğunu anlayabilmek için, dini düşünce geleneğinde belirleyici öneme sahip Gazzâli ve Fahreddin er-Râzi'deki tesirlerinden geriye bakabiliriz. Gazzâli el-Munkiz'da süfiler tâifesini hakikate ulaşmayı hedefleyen zümreler arasında zikredip tasavvufu “en güzel yaşantı ve en doğru yol” olarak nitelerken,1'
Bilindiği gibi bir disiplinin ilim sayılabilmesinin temel koşullarından biri de delillerden hareket etmektir. Tehânevi'nin verdiği bilgilere göre İslam ilim geleneğinde teşekkül etmiş bir teamül bulunur: Bir kişinin “âlim” sayılmasının en önemli şartı, herhangi bir disiplindeki delilleri ve meseleleri bilmesidir. Bir şeyi delil ile bilmeyen kimse ise âlim değil, hâkidir (anlatıcı) 2 Tasavvufun Serrâc, Kuşeyri ve Hucviri gibi yazarların elinde bir din ilmi formu kazanması sürecinde süfilerin de bu şartları dikkate aldıklarını gösteren yaklaşımlara rastlamaktayız. Süfiler için bilginin tashih ya da tahkik edilmesinde şart olan iki delilden söz edebiliriz: Kur'an ve sünnet. Bu anlayışı dile getiren pek çok ifade bulunur.
Sayfa 213Kitabı okudu
Reklam
Ahlak yetkinleştikçe insanın idrak gücü de aynı oranda yetkinleşir. Şu ifadesi bunun en açık örneğidir: “Allah korkusu, Allah'a, emirlerine, vaad ve vaidine kesin inanç, dini ve fıkhi basiretle bir araya geldiğinde insanın düşünme yetisi yetkinleşir.”(Muhasibi)
Muhâsibi aklın Allah'ın kuluna ihsan ettiği bir nur olduğundan ve akli müşahededen bahsederken Tirmizi'nin kalp ile kastettiği hususları dile getirir. Nitekim bir başka ifadesinde “Gözdeki nur görme gücü olduğu gibi kalbin nuru da akıldır”? demektedir. Bir başka yerde ise aklın ancak kalp ve kalpten sâdır olan davranışlar vasıtasıyla bilinebilecek bir seciye olduğunu dile getirir. Bununla beraber izahlarının genelinde akıl kavramının geleneksel kullanımını dikkate alarak, söz gelişi Tirmizi gibi, kalp kavramlaştırmasına yer vermez. Buna Muhâsibi'nin, aklı, kulun mükellef olmasını temin eden seciye olarak anladığını eklemeliyiz.270Bu yaklaşımı diğer süfilerde de görüyoruz. Söz gelişi Ebü Sa'id el-Harrâz aklı tanımlarken şöyle der: “Akıl, kişiyi amelin dayanaklarına ulaştıran kalpteki bir nurdur. Buna göre Allah'ı tanımanın nuru vasıtasıyla O'ndan başka hiçbir şeye yönelmeksizin davranış sergileyen kişi akıllıdır.”271 Dolayısıyla genel anlamda süfilerin yaklaşımlarıyla uyumlu olması bakımından Muhâsibi'nin akıl hakkındaki görüşlerinin, tasavvufta akılcı bir geleneği oluşturduğu iddiası tartışmalıdır. Tam aksine Muhâsibi'nin el-Akl'daki izahları, akıl ve ahlak arasında bir özdeşlik öngörür.
Marifet daha önce belirttiğimiz gibi süfilerin “tevhide şahit olma” gayelerine ulaşmalarını temin eden genel bilgi türünü anlatır. Bu itibarla bazen marifetin, tasfiye ve tezkiye uygulamalarını da içerecek şekilde bir yöntem olarak telakki edildiğine rastlıyoruz. Söz gelişi ilk dönem süfilerinden Ebü Tayyib elMağribi, akıl, hikmet ve marifeti bir “yöntem” anlamında kullanır ve saf tevhide ulaşmanın ancak marifetle mümkün olabileceğini söyler: Aklın delaleti vardır: Allah'ın var ve bir olduğunu delille bulmak akılla olur. Hikmetin işareti vardır. Marifetin ise şehadeti vardır. Şu halde akıl delil, hikmet rehber, marifet ise şahit olur. Bu ise ibadette saflığa, riyadan uzak halis kulluğa götürerek saf tevhide ulaşmayı temin eder. O halde saf kulluk ancak saf tevhidle mümkündür.265
Kalplerin makamları dörttür. Zira Allah kalbi dört isimle anmıştır: sadr, kalp, fuâd, lübb. Sadr, Allah'ın “O halde Allah kimin sadrını İslam'a açmışsa...” buyruğu gereği İslam'ın kaynağıdır. Kalp, “Fakat Allah imanı size sevdirdi, onu kalplerinizde güzelleştirdi” âyeti gereği imanın kaynağıdır. Fudd, “Gözün gördüğünü fuâd yalanlamadı” âyeti
Sayfa 195Kitabı okudu
Reklam
Tasavvuf ve bilgi bahsi ele alınırken, umumiyetle sufilerin, bilgiye ulaşmada aklı bir araç kabul etmedikleri şeklindeki genel yargıdan hareket edildiği görülür, Bu yargı aklın yetersizliğini ifade ettiği ölçüde büsbütün yanlış sayılmaz. Çünkü sufiler bilgiyi temelde ilim ve marifet şeklinde iki kategoriye ayırdıklarında aklın ilim için bir araç
Sayfa 193Kitabı okudu
Tasavvuf, dini ilimlerin getirdiği bilgilere karşı alternatif bilgiler üretmekten ziyade bu bilgilere tahkik yoluyla kesinlik kazandıran bir disiplindir. Bunun en önemli göstergesi, süfilerin bilginin kesinliğine ilişkin ilme'l- yakin, ayne'l-yakin ve hakka'l-yakin şeklinde dile getirdikleri tasniftir. Tasnifteki üç aşama süfiler tarafından bazen ilimler tasnifi şeklinde izah edilerek tasavvufun bilgide kesinliği gaye edindiği dile getirilmiş, bazen de tasavvufun kendi kurumsal yapısı içerisinde mübtedi, mutevassıt ve müntehinin sahip olduğu bilgilerin değerini ifade etmek üzere kullanılmıştır.218 Her hâlükârda bu yönelimlerde ortak olan husus, başlangıçta öğrenilen bir bilginin süreç içerisinde tahkik edilerek kesinleştirilmesi, o bilgiyle ilgili bütün şüphelerin ortadan kaldırılmasını vurgulamaktır. Süfilerin bu durumu anlatmak üzere pek çok kavram ürettiklerini ya da var olan kavramlara yeni boyutlar kazandırdıklarını görüyoruz. Bunlar arasında müşahede, yakin ve itminan, süfilerin en çok atıf yaptıkları kavramlar olarak tebarüz eder. Ebü Hüseyin en-Nüri'nin “Yakin müşahededir”219 ifadesinde olduğu gibi bazen bu kavramlar eşanlamlı telakki edilmiştir.
Sayfa 185Kitabı okudu
Serrâc fıkhın anlamının zamanla daraltılmasına en sert tepkiyi dile getiren mutasavvıflardan biridir. Hatta denilebilir ki, Serrâc, Sünni tasavvufun teşekkülünü temin eden ideolojiyi fıkıh ilminin eleştirisi ve fıkıh kavramının aslına döndürülmesi üzerine vaz ederek başka herhangi bir tasavvuf yazarından daha kritik bir katkı sağlamıştır. Hasan-ı
Sayfa 180Kitabı okudu
Sülemi'nin verdiği bilgilere göre İbrahim b. Edhem nefsin bilinmesi, tedip edilmesi, ona tahammül gösterilmesi, sabrın önemi gibi konulardan bahsettikten sonra bunları “hikmet” olarak nitelendirmişti.'186 Ebü Bekir el-Verrâk ise şöyle demektedir: Hakimler peygamberlerin halifeleridir. Peygamberlikten sonra geriye sadece hikmet kalmıştır ki, o da halleri bilmek demektir. Hikmetin başı daimi sami |suskunluk| ve ancak zorunlu durumlarda konuşmaktır.!187 Aynı şekilde Ebü Sa'id el-Harrâz'ın Kitâbu's-sıdk'ında “hikmet ehli” kişilerden aktardığı ifadelerin bütünüyle mutasavvıfların sözleriyle paralellik arz ettiği müşahede edilmektedir.188 Bu bağlamda Harrâz'ın hikmet tanımı, bilgi-eylem bütünlüğünü ifade etmesi bakımından dikkat çeker: Hikmet, sözün doğru olması ve yeri ve zamanı geldiğinde kulluğun gereğini yapmaktır. O halde doğruyu söyleyen ve Allâm (olan Allah)'a kulluğu yerli yerince ve güzelce gerçekleştiren kişi hikmet sahibi demektir.!189
Sayfa 177Kitabı okudu
32 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.