“Düşünüyorum, o halde varım" dedi içinden Augusto. "Düşünen her şey vardır ve varolan her şey düşünür. Evet, varolan her şey düşünür. Varım; ki düşünüyorum.”
Ben onu arayadurayım, işte o kendisi çıkageldi karşıma. Bir keşif değil mi bu? Bir insan, aradığı bir şeyle karşılaşırsa bu, o şeyin, bu arayışı hissederek o insana doğru ilerlemesi, gelmesi değil midir?
"Eşyaları kullanmak, kullanmaya mecbur olmak ne fena!" diye düşündü Augusto. "Kullanmak onları harap ediyor, evet hatta bütün güzelliklerini bozuyor. Eşyaların asıl görevi seyredilmektir. İlerde, cennette değişecek bu düzen: Yapacağımız tek işin Tanrı'yı temaşa etmek ve her şeyi Tanrı kavramıyla görmek olduğu, daha doğrusu o mertebeye erişildiği vakit değişecek hepsi. Burada, bu sefil hayatta tek kaygımız Tanrı'yı kullanmak. Bizi bütün bu kötülüklerden koruması için Tanrı'yı bir şemsiye gibi açmaya kalkışmak, küstahlık doğrusu!"
Ancak yapayalnız ve kendi kendisiyle baş başa olduğu zamanlarda, bir benlik olarak hissediyordu kendini: "Ben benim!" diyebiliyordu yapayalnızken — belki kendini buna inandırmak için.
"Hemen bütün insanlar bilmeden sıkılırlar. Sıkıntı, hayatın temelidir ve biz oyunun, eğlencelerin, romanların ve aşkın keşfedilmesini yalnız sıkıntıya borçluyuz. Hayatın sisi, tatlı bir sıkıntıyla karışır; tatlı sert bir likör gibi. Ve her Allah'ın günü bütün bu entipüften olaylar, zamanı öldürüp hayatı uzattığımız bütün bu hoş eğlenceler, çok tatlı bir sıkıntıdan başka nedir sanki? Ah Eugenia, Eugenia! Benim şiddetli ve bilinmeyen sıkıntımın çiçeği; rüyalarımda yanımda ol, içinde rüya gör, benimle rüya gör!"