Hastalıklar bizi her zaman çaresiz, ne yaptığını bilmez bir duruma sokmaz ve bizi her zaman üstesinden gelinemeyen bir uyumsuzluk durumunda bırakmaz, bizi sadece diğer insanların çoğundan farklı bir uyum tarzına zorlar. Hatta, nihayetinde bizim için yarar sağlayabilecek bazı hastalıklara bile rastlanabilir. Örneğin, aşı yoluyla kendimize gönüllü olarak bulaştırdığımız çiçek hastalığı gerçekten de bir hastalıktır, fakat öte yandan bu hastalığı bu şekilde kapmak uzun vadede bizim yaşama şansımızı artırmaktadır. Böyle bir hastalığın ortaya çıkarabileceği küçük ve geçici hasarların, bu hastalığın uzun vadede sağlayacağı bağışıklılıkla kıyaslandığında oldukça önemsiz kalacağı söylenebilir.
Toplum, bireyi hem zamansal hem de uzamsal olarak sınırsız biçimde aştığından, ona otoritesince uygun gördüğü davranış ve düşünce biçimlerini dayatması gayet anlaşılır bir şeydir.
Eğitim düzeyinin ve de intihar eğiliminin artmasının başka bir ortak nedeni olup olmadığını araştırmamız gerekir. Bu ortak neden, aynı anda hem bilgi edinme arzusunu hem de intihar eğilimini kışkırtan dinsel gelenekçiliğin zayıflaması olgusudur.
Hobbes ve Roussuau, toplumu, gerçeklikle hiçbir bağı olmayan ve deyim yerimdeyse boşlukta sallanan uzlaşmacı bir anlaşma olarak görürken, bu düşünürler toplumun kuruluşunun insan ruhunun temel içgüdülere dayandığını iddia etmişlerdir.
Comte, insan türlerinin ilerlemesinin temel itkisini, "insanı sürekli olarak bütün açılardan koşullarını iyileştirmeye dolaysızca sevk eden temel bir eğilimle" ilişkilendirirken, Spencer bu itkiyi daha fazla mutluluk ihtiyacıyla ilişkilendirmiştir.
Bugün bizim istifade ettiğimiz düşünce özgürlüğü, bu düşünce özgürlüğünü kısıtlayan önceki kurallar ihlal edilmemiş olsaydı bugün toplumumuzda asla var olmazdı.
Suç zorunlu bir olgudur. Suç toplumsal hayatın temel koşullarına bağlıdır ve bu bağlamda da aslında yararlı bir olgudur; çünkü suçun bağlı olduğu koşulların kendisi ahlakın ve hukukun olağan evriminin gerçekleşmesinde vazgeçilmez bir öneme sahiptir.