Söz, meseleyi tevil ederdi, aldatırdı bile... Lakin sese hükmetmek fikrimize hâkim olmaktan güçtür ;ses de göz gibidir, istiklaline düşkündür, riyaya zor katlanır ve yalancı şahitliğe az yarar.
İnsanlarda saadetten ziyade felaketi daha kolay, hiçten bir işaretten bile anlayıvermek kabiliyeti vardır, sevinilecek şeyi teyide muhtaç buluruz da fenaya hemen inanırız, tafsilata lüzum görmeyiz.
Zira asıl büyük dertler başlangıçta mahiyet ve kudreti anlaşılamayan, kavranamayanlardır;talihsizlik darbesi inince insan daha ziyade teferruatı düşünür, esası ihmal eder.
Hayatının büyük bir kısmı sürgünde geçen Refik Halit Karay, sürgün yıllarının Beyrut, Şam ve Halep kısmında, kendi vatanından uzakta yaşadığı zorlukları, gözlemleriyle kurgulayarak anlatmıştır. Buna Refik Halit'in muhteşem üslubu eklenince muhtemelen herkesin severek okuduğu bir roman olmuştur.
" Güneş hülya bozucu kaba, katı, ahlakperest, softa bir şeydi; halbuki geceler kana karışan zehirleri şuruplandırıyor, tatlarını, hassalarını artırıyordu (...)"
Kitabın üslup ve gözlemlerini bir kenara bırakıp kurgusuna gelirsek şöyle diyebiliriz: Sürgündeyken Hilmi Efendi'nin başka diyarlarda çektiği sıkıntılar anlatılırken kızı Seher'in evi terk edişiyle (kaçışıyla) olaylar bambaşka bir boyuta taşınır.
İnsanlarda saadetten ziyade felaketi daha kolay, hiçten bir işaretten bile anlayıverme kabiliyeti vardır, sevinilecek şeyi teyide muhtaç buluruz da fenaya hemen inanırız, tafsilata lüzum görmeyiz
Sürgünü yalnız memleket hasreti yıkmaz; yıkması için bu hasrete utandırıcı bir gönül yarası da karışmalıdır. İşte Seher, Hilmi Efendi'de böyle bir yara açmıştı; kader hükmünü vermişti.
Güneş hülya bozucu kaba, katı, ahlakperest, softa bir şeydi; halbuki geceler kana karışan zehirleri şuruplandırıyor, tatlarını, hassalarını artırıyordu (...)
Aşk derecesinde sevdiğimizi buğulara karışmış yarı vücut, yarı ruh, "cezbe" halinde görürüz; onu katı bir madde, ele avuca sığar bir cevher şekline bir türlü sokamayız. Üzerinde durup, "Burası güzel, şurası kusurlu; şu huyu fena, bu tarafı iyi!" gibi tavsiflerle akademik ve moral herhangi bir tetkikten geçirmek asıl âşığın işi değildir; asıl aşık ne ötesinine berisini ne umumi heyetini ne manevi hayatını sever, sevgilisini sevmeyi, bu haleti sever.
Eski bilgilerimiz ve hatıralarımız bizim yardımcılarımızdır; o sırada, günlük vakanın keskin ıstırabını dindirmek için fikrimizin koluna girerler, başını omuzlarına dayarlar ve alıp uzaklara götürürler; alakamızın kesilmiş veya azalmış olduğunu sandığımız manzaraları tazeleyerek bizi avuturlar.
Söz, meseleyi tevil ederdi, aldatırdı bile... Lakin sese hükmetmek fikrimize hakim olmaktan güçtür, ses de göz gibidir, istiklaline düşkündür, riyaya zor katlanır ve yalancı şahitliğe az yarar.