Bu kült romanı ilk defa okuduğum için çok mutlu oldum. Amerikan edebiyatında belli başlı yazarları takip ettiğim için, gözümden kaçmış. İyi ki de kaçmış diyorum. Kitabın girişinde Jonathan Safron Foer çok güzel ifade ediyor bunu: "Dünyamızın çaresiz ve paramparça olmuş dünyamızın varoluşsal romanlara ihtiyacı var. Bize umuttan daha değerli bir şey veren romanlara. Bizi eyleme geçiren romanlara. Gerçek tamirci biziz. Bir şeyler yapmalıyız. Bu romanın, tüm diğer muazzam romanlar gibi, bize hatırlattığı budur."
Romandaki hikaye örgüsü Dreyfus davasını hatırlatıyor. Yahudilere karışı 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında yapılan adaletsizlikleri simgesi gibi. Yakov Şepsoviç Bok'un hikayesi aslında kurgu değil, gerçek bir hikaye. O çağın acımasız gerçeği. İçinde barındırdığı adalet anlayışı için, bugün geçerliliğini koruyor. Özellikle Bibikov ile arasında geçen sohbetlerin evrensel oluşu ve ne zaman okunursa okunsun değişmeyen gerçekleri anlatması bakımında çok önemli.