Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil

İlyas Kara

Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil Gönderileri

Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil kitaplarını, Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil sözleri ve alıntılarını, Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil yazarlarını, Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
255 syf.
3/10 puan verdi
Abartılı
Tarihi bir eserde öznel yorumlardan çok, kaynağı olan bilgilerin yorumlanması önemlidir. Yazar bunu yapmadı. Tamam, tarihi bir roman yazmak istedi desek de ana karakterimiz olan Yakup Cemil'i o kadar abarttı ki: artık okurken pes dedim. yazar, karaktere olan takıntısını bas bas bağırarak biz okuyucuyu da aynı şekilde takıntılı hale gelelim diye uğraştı, durdu. Hadi yetişkinlere uygun değil diyelim: gençler için de sıkıntılı bir durum bu. Kaldı ki içeriğinde tarihi olarak tartışmalı olacak bilgileri de aşırı öznel bir şekilde yorumlamaya çalıştı yine... Emeğe saygı demekten başka bir şey demek gelmiyor içimden. Daha fazlasını bloğuma yazmıştım: hknkr.com/teskilatin-sila... İyi okumalar demek isterdim.
Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemil
Teşkilat'ın Silahşoru Yakup Cemilİlyas Kara · Kum Saati Yayınları · 2013208 okunma
Reklam
FEDAİLİK DEMEK İDEALİZM DEMEKTİ İttihat ve Terakki bir aysbergi andırır. Onun bir de görünmeyen yüzü vardı. Bu bölümün büyük bir kısmını fedai ve militanlardan oluşan kadro tamamlıyordu. "Fedai-i Zabıtan" diye de anılan bu kadro ordunun genç, gözü pek subaylarından oluşuyordu. İdealizm ve gönüllülük bu subayların ortak paydasıydı.
19. asrın ikinci yarısından sonra kuzgunlar leşe konmakta, itler meydanı boş bulmanın sevinciyle ulumakta, kurtların terk ettiği mekana tilkiler damlamaktadır. Soylu bir ırkın ahfadı, Devlet-i Ebed Müddet'in elini çektiği bu asırlık Türk yurdunda sahipsizdir. Boyunlar bükük, gözler yaşlı, yollar taşlı, sineler yeis ve kin doludur. Yunan, Bulgar ve Sırp komiteleri köşe başlarını tutmuş, ecdat yadigârı yurdu yaşanmaz kılmışlardır. Kimse canından emin değildir. Korku itlere bile sinmiş, onlar bile kendilerini kurtaracak eli bekliyordu. Sandanski, Yovan, Kosta, Agrita, Apostol, Skalidis, Petso, Pirlepe, Istaryalı Kamil Bey, Sarafof çeteleri meydanı boş bulmuş, mezalim üzerine mezalim yapıyordu. Ağaçlarda soluk yüzlü, dilleri yana kaymış, boynu bir yana bükülmüş zavallıların cesetlerine rastlamak alışılmış şeylerdi, sıradan hale gelmişti.
Çok geçmez ekinlerin boy, civanların soy verdiği bu coğrafyada yazın gelmesiyle hasat koşuşturmacası kendini gösterir. Ambarı dolan, bir yılını kurtaran Makedonya Türk'ünün sırtı pek, karnı toktur artik; bu kanaatkâr insanların gözlerinde uzun geçecek kışa hazır şekilde girmenin mutluluğunu, güven duygusunu okursunuz. Burada sonbaharın ömrü çok kısadır, denebilir ki Makedonya'da üç mevsim görülür. Yine kış gelmiş, insanlar evine çekilmiştir. Birbiriyle rekabet halinde, Bazı nöbetleşe iş başı yapan fırtınalara, kasırgalara, çatıları, kiremitleri uçuracak boralara, ayandonlara, kocakarı soğuklarına her hane, her fert hazır haldedir. Makedonya'nın hali budur, manzarası bellidir, ya içindeki "Evlâd-ı Fâtihan" nasıldır, ne haldedir?
Balkanlar'dan döndükten sonra, diğer idealist subay arkadaşları gibi baskıya, istibdata kafa tutan, ülküsü uğruna silahı, imanı ve namusu üzerine ant vererek ittihat ve Terakki'nin fedai kadrosuna katılan Yakup Cemil birileri tarafından özellikle karalanan, dahası unutturulmaya çalışılan ide al adamıdır. Herkes gibi o da siyasetin albenisine kapılmış, yüzbaşılıktan istifa ederek - ya da ettirilerek- kendini bir dâ vaya adayan, Teşkilat-ı Mahsusa'nın kurucusu Süleyman Askeri Bey'in yanında önemli görevler alan, kilit operasyonlara imza atan bu "Fedai" nin beş kuruşsuz ölmesi, devlet malından zerre kadar çalmaması, büyüklüğünü göstermeye, bütün günahlarını bir anda silmeye yeter de artar bile.
Reklam
Tam bir macera adamı, tehlike nedir tanımayan, sıkı bir Türkçü, "ihanetin tek bir cezası vardır: Ölüm!" diyen deli dolu bir fedai ve idealist... Bel bağladığı, ölümüne sadık kaldığı kişilerin komplosu sonucu hayata veda eden bir portre... Elbette o da "yanlışlık" ve "hata" denen olgularla tanışmıştı. Ama ya "Sadakat" ve "Vatanını Canından Aziz Bilme Erdemi"? Bütün bunlar Yakup Cemil'i aklayan, kantarda Türk'ten yana ağır kılan etmenler değil midir?
Eli her zaman silahlı, Sadi Borak'ın deyimiyle, "Amerikan filmlerinde gördüğümüz harika şerifler gibi atılgan, sineği gözünden vuracak kadar nişancı, hiçbir şeyden korkmayacak kadar cesur," bu adam hayatı boyunca kendi bildiği doğruda hareket etti. Balat Yenibahçe'de başlayıp, Harbiye, Balkanlar, İran, Trablusgarp, Irak'ta devam eden ve Kağıtha ne'de noktalanan 42 yıllık bir ömür. Diktaya karşı sözünü esirgemeyen, sadrazamın ve bakanların odasına pervasızca damlayan, Bab-ı Ali Baskını'nın bir numaralı aktörlerinden, son devrin "Üç Önemli Adamı" nın çok şey borçlu olduğu Yakup Cemil...
Kısacası Osmanlı yarı sömürge niteliğindedir. Akdeniz hakimiyetini yitiren imparatorluk, yani " Hasta Adam " açıkça paylaşılmaktadır. Anadolu'nun eli nasırlı, çilekeş Türk'ü Doğu'dan Batı'ya fakr u zaruret içinde, ikinci sınıf vatandaştır. Elde bir tek askeri okullar vardı. Tıbbiye, mülkiye ve hukuk fakülteleri
şimdiden farksız
Azınlık cemaatleri kilise teşkilatının rehberliğinde eğitimde örgütlenerek politikaya ve devletin kilit noktalarına eleman yetiştirirken, Türk eğitim kurumları çağın gerçeklerinden bihaber ve donanımlarından yoksun mollalar icat ediyordu. Devlet kurumlarının hiçbirisinde Türk'ün bulunmaması demekti bu. Örneğin Fuat Paşa'nın konsolidasyon planını gerçekleştirmek üzere kurulan itfa Sandığı'nın yönetim kurulunun başkanı Mihran Düz, idare müdürü Durand Pierra idi.Bu kurulda sekreterliği ReşYit Bey yaparken, denetleme kurulunda Abraham Allahverdi, Teodor Baltacı, Coman do Abraham, Court Georges, Jani ve Zarifti gibi isimler yer alıyordu. Abdülhamit Han'ın tahta çıktığı yıl başkentte yayınlanan 54 gazetenin 47 tanesi yabancıların tekelindeydi. Bunlara ilave olarak 9 Rumca, 9 Ermenice, 7 Fransızca, 3 Bulgarca, 2 İngilizce, 2 İbranice, 1 Almanca, 1 de Arapça yayın yapan gazete vardı.
Reklam
SAHİPSİZ, FAKR-U ZARURET İÇİNDE KIVRANAN BİR MİLLET XIX. Asrın son çeyreği Osmanlı'yı bir konfederasyon haline getirmişti. Azınlıklar Tanzimat Fermanı ile geniş haklar elde etmişler, mozaik parçalanma noktasına gelmiş, Türk olmayan her unsur - emelini "Osmanlı'yım" sözüyle kamufle ederek - Osmanlı'dan toprak koparmanın derdine düşmüştü Rumlar, Ermeniler, Yahudiler, Levantenler sırtını büyük Avrupa devletlerine dayayarak güçlü cemaat organizasyonlan kurmuşlardı. Bankacılık, sanayi ve ticaretin yüzde 80'i askerlik ve vergiden muaf tutulan Levantenler'in elindeydi. Osmanlı Bankası, Credit Lyonnais, Deutsche Bank, Hollanda Bankası, Avusturya Bankası, Bank of Syria Limited, Selanik Bankası, Banko di Roma gibi finans kurumları var güçleri ile azınlıkların peşindeydiler.
Dışarıda bunlar olurken içersi nasıldı peki? Halk memnun muydu? Devletin kurucu unsuru Türkler'in karnı tok sırtı pek miydi acaba?
Meseleyi fazla şiddetle mi ileri sürdüm? Belki... Fakat hayatta başarılı olan adamın lehinde de bir söz etmek gerekmez mi ? Bir işi elde tutmak için her türlü fedakârlığı göze alan, insanları idare eden, başarınca da bir yatak, bir elbise bir yetinen adam hatırlanmaya layıktır. Ben hem gündelikle çalışmış bir işçi, hem patronluk yapmış bir adamım. Bunun için iki taraf için de söylenecek sözler bulunduğunu bilirim. Fakirlikte iyi taraf yoktur. Paçavralar insanı güzel göstermez. Nasıl bütün fakirler fazilet sahibi namuslu kimseler değilse, bütün patronlar da el çabukluğu ile başarmış kimseler değildirler. Fakat bütün sevgim,muhabbetim, patron karşısında olsa da olmasa da azim, beceri ve vukufla yapan, kendisine Garcia' ya götürülmek üzere bir mektup verildiğinde aptalca sorular sormadan yola çıkan kimseye karşıdır. Medeniyet bu çeşit insanları bulmak için yapılan uzun ve endişeli bir araştırma içindedir. Böyle bir adama ne isterse verilir. Ona her şehir, her kasaba ve her köyde, her iş yerin de ihtiyaç vardır. Bütün dünya Garcia' ya mektup götürecek adamı -dört gözle - arıyor ve bekliyor. Elbert Hubbard
Manevi sakatlığa uğrayan bu adamlar, maddi sakatlığa uğrayanlardan farksızdırlar. Onun için onlara da acımak gerekir. Fakat bunlara açıdığımız sırada, büyük bir işi idare için uğraşan, çalışmak için zaman sınırı tanımayan, insafsız kayıtsızlıklar kalpsiz nankörlüklerle boğuşan, ancak bu mücadele ile işlerini yok olmaktan kurtaran adamları da unutmayalım.
Son zamanlarda namuslarıyla çalışmak için iş arayan yersiz, yurtsuz zavallılar hakkında birçok şeyler işitiyoruz. İş sahipleri hakkında da bir yığın düşmanca söz edildiğini duyuyoruz. Fakat temiz bir iş gördürmek için uğraşan becerikli çalışkan yardımcılar bulamayan iş sahiplerinin halini düşünen yok. Her mağazada, fabrikada, iş yerinde iş sahipleri işleri ileri götürecek çalışma arkadaşları bulamamak ve aciz insanların elinde kalmak yüzünden ızdırap içindedirler. Bazı iş sahipleri aciz kimseleri işlerinden uzaklaştırıyorlar, ama yerlerine daha iyi adamlar koyamıyorlar. Her iş sahibi en iyi elemanları çalıştırarak işini ileri götürmek ister. Onlara gerekli olan elemanlar, Garcia' ya mektup götürebilecek olanlardır. Tanıdıkları içinde öyleleri bulunuyor ki, parlak tarafları vardır. Fakat işi başaramadıkları gibi kimseye de faydaları dokunmaz. Çünkü patronları tarafından ezildiklerine dair şüpheler taşırlar. Bu adamlar emir veremedikleri gibi emir de alamazlar. Onlara Garcia' ya götürülmesi gereken bir mektup verirseniz alacağınız cevap şudur: " Kendin götür!"
77 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.