Tevhid Dergisi - Sayı 8 (Ağustos 1990)

Tevhid Dergisi (36'lık)

Tevhid Dergisi - Sayı 8 (Ağustos 1990) Gönderileri

Tevhid Dergisi - Sayı 8 (Ağustos 1990) kitaplarını, Tevhid Dergisi - Sayı 8 (Ağustos 1990) sözleri ve alıntılarını, Tevhid Dergisi - Sayı 8 (Ağustos 1990) yazarlarını, Tevhid Dergisi - Sayı 8 (Ağustos 1990) yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Lütfen Hediyemi Kabul Buyurun
Önce kendime, sonra size bir hediye vermek istiyorum. Ben bu satırlar aracılığıyla hediyenin ne olduğunu söyleyeceğim. Siz gidip alacaksınız. Hediyem bir gözlük. Yakın gözlüğü. Yoksa ihtiyacınız olmadığını mı düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Bakın izah edeyim: En yakınımızda kim var? Annemiz, babamız, belki eşimiz, evladımız. Onlarla olan münasebetlerimize şöyle uzaktan baktık mı hiç? Bir yabancı gibi… Örneğin, eşimizle konuşurken kaydetsek ortamı ve sonrasında dışarıdan bir baksak üslubumuza. Ya da anne ve babamızla olan münasebetlerimize, özellikle çocuğumuzla olan diyaloglarımıza… Sonra bir de dışarıda, mescidde ya da bir arkadaş grubunda tanıştığımız kişilerle olan münasebetlerimize projektörü yansıtsak. Bir yabancıyla konuşma tarzımıza, verdiğimiz tepkilere baksak… Ne görürdük? İtiraf edelim, ne yazık ki dinleme, anlama, empati kurma, hoş görme, affetme, ilgilenme, vakit ayırma, gönlünü alma ve daha birçok konuda iki gruba farklı davrandığımızı… “Gözlükle bunun ne alakası var?” demeyin. Bunun adı yakın körlüğü… En yakınındakini görememe, dışarıya gösterdiği özeni evdekine gösterememe, yabancıya gösterdiği vefayı ehlinden esirgeme, başkasıyla harcayabildiği vakti yakınına kıyamama, dışarıda tüm gülücüklerini israf edip evde mimiklerin dahi cimriliğini yapma, dışarının işine koşup evdekini mahrum bırakma, arkadaşının acısına empati yaparken ailesininkine duyarsız kalma, ilgi alakada, sevme hoş görmede dışarıda nam yapıp eve bu güzellikleri taşıyamama… Listeyi uzatmayalım. Ne diyorsunuz? Alalım mı yakın gözlüklerini?
Sayı 105, Yazar Mahi
Allahümme Amin
"Rabbim!" Demelidir, "Kendim ettim kendim buldum, nefsime zulm ettim, senin arındıran uyarılarına kulak tıkadım, lağv\boş işlerle kalbimi yordum, irademi hırpalandım. Şimdi senin araladığın cennet kapısının önündeyim. Adım atmam gerekiyor biliyorum, lakin adım atacak gücüm yok. Resûl'ün (s.a.v), nefsinden sana, hatta senden sana sığınırdı. Ben de nefsimden gördüğüm kalbimden, çarçur ettiğim irademden sana sığınıyorum. Sen El-Heyiy ve El-Kerim'sin, sana açılan elleri boş çevirmez, boynunu büküp kapına geleni kovmaz, eşiğine baş koymuş baş koymuş secde ehlini hor görmezsin. Bana kereminle, rahmetinle, affınla muamele et. Açtığın kapıdan adım atacak kudreti ver, ki sen Kadir-i Mutlak'sın. Toza toprağa karışmış kemikleri dirilten, gökleri direksiz yükselten ve zeval bulmasın diye tutan kudretin sahibisin. Sana, yardımına, vereceğin irade gücüne muhtacım..."
Reklam
Yazar şöyle düşünmelidir: "Eğer birçok insanın maddi, manevi, dünyevi ve uhrevi hayatını ilgilendiren problemlerin çözümü için değilse, yeni bir makale veya kitap yazmanın ne anlamı var?"
Batı dünyasında bir anlam krizi yaşanıyor. İnsanlar yaşamın, ölümün, varlığın... anlamını sorguluyor; ama bir neticeye ulaşamıyor. Zira sorularına cevap bulacakları bir zeminden mahrumlar; din yok, felsefe yok, gelenek yok, kültür yok... Özgürlük, insan hakları, eşitlik... gibi kavramlar kulağa hoş gelse de insanın anlam arayışına cevap vermiyor.