Önce kendime, sonra size bir hediye vermek istiyorum. Ben bu satırlar aracılığıyla hediyenin ne olduğunu söyleyeceğim. Siz gidip alacaksınız.
Hediyem bir gözlük. Yakın gözlüğü. Yoksa ihtiyacınız olmadığını mı düşünüyorsunuz? Yanılıyorsunuz. Bakın izah edeyim:
En yakınımızda kim var? Annemiz, babamız, belki eşimiz, evladımız. Onlarla olan münasebetlerimize şöyle uzaktan baktık mı hiç? Bir yabancı gibi…
Örneğin, eşimizle konuşurken kaydetsek ortamı ve sonrasında dışarıdan bir baksak üslubumuza. Ya da anne ve babamızla olan münasebetlerimize, özellikle çocuğumuzla olan diyaloglarımıza…
Sonra bir de dışarıda, mescidde ya da bir arkadaş grubunda tanıştığımız kişilerle olan münasebetlerimize projektörü yansıtsak. Bir yabancıyla konuşma tarzımıza, verdiğimiz tepkilere baksak…
Ne görürdük? İtiraf edelim, ne yazık ki dinleme, anlama, empati kurma, hoş görme, affetme, ilgilenme, vakit ayırma, gönlünü alma ve daha birçok konuda iki gruba farklı davrandığımızı…
“Gözlükle bunun ne alakası var?” demeyin. Bunun adı yakın körlüğü… En yakınındakini görememe, dışarıya gösterdiği özeni evdekine gösterememe, yabancıya gösterdiği vefayı ehlinden esirgeme, başkasıyla harcayabildiği vakti yakınına kıyamama, dışarıda tüm gülücüklerini israf edip evde mimiklerin dahi cimriliğini yapma, dışarının işine koşup evdekini mahrum bırakma, arkadaşının acısına empati yaparken ailesininkine duyarsız kalma, ilgi alakada, sevme hoş görmede dışarıda nam yapıp eve bu güzellikleri taşıyamama… Listeyi uzatmayalım. Ne diyorsunuz? Alalım mı yakın gözlüklerini?