Türk Dili Dergisi - Sayı 828 kitaplarını, Türk Dili Dergisi - Sayı 828 sözleri ve alıntılarını, Türk Dili Dergisi - Sayı 828 yazarlarını, Türk Dili Dergisi - Sayı 828 yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
“Kötü insanı harekete geçiren adaletsizliğe olan sevgisidir: Eziyet ettiği insanların güçsüzlüğünden ve aşağılanmasından keyif alır ve o ezilen insanların
başlarına gelenlerin kendisinden kaynaklandığını bilmelerinden haz duyar”
Doğayla iç içe yaşamış Türklerde animistik düşünce gelişmiştir. Türkler doğaya, doğanın unsurlarına ruh atfetmiş ve saygı
duymuştur. Ağaç eski Türk kozmogonisi ve inanışında kutsal görülmüş, gerek
Uygurların türeyiş efsanelerinde gerek Oğuz Kağan Destanı’nda Oğuz Kağan’ın
ikinci eşini ilk kez bir ağaç kovuğunda görmesiyle Türklerde ağaç kültünün
izleri görülür. Türk inanış dünyasında ağaç hem Tanrı’yla iletişimin bağı hem
de yaşamın sembolü olarak görülmüştür. Türkler, İslamiyet’i seçse de bu hemen olmamış; İslamiyet, Türkler arasında hemen hızlıca yayılmamıştır. Ayrıca Türkler Şamanizm’e, eski inançlarına dair anlayışları yaşatmaya devam
etmiş; Anadolu’ya gittikleri coğrafyalara da taşımıştır. Örneğin Türklerin
Müslüman olduğu, eski inanışlarla İslamiyet’in tabakalaşma oluşturduğu 16.
yüzyılın ilk yarısında yazıya geçirilen Dede Korkut destani hikâyelerinde hem
İslami unsurlar hem de dağ ve ağaç kültlerinin örnekleri görülür.
Ömer Seyfettin'e göre, İran taklitçiliği gibi Batı taklitçiliği de bizi kendi öz benliğimizden uzaklaştırmış, bizi tabiata, hayata ve hakikate 'yabancı' kılmıştır.
Aydınlıksız, nihayetsiz bir gece...
Turan dalmış bir granit uykuya,
Düşman sarmış her tarafı gizlice.
Hep çöl olmuş mamureler... Dağ, kaya,
Orman, ırmak... Bütün varlık bir hiçe
Dönmüş! Ölüm kanat salmış Altay’a...
Cihan harbinin sarsıntıları bütün milletlerle beraber bizi de uyandırdı. Artık
Türklükten, milliyetimizden başka itimad olunacak bir kuvvet bulunmadığını
gördük! Siyasî hudutların ayıramayacağı birbirine bitişik ülkelerden mürekkep koca bir Turan var ki Türkiye’den Sibirya’ya kadar sürer. Turan denen bu
dünyada seksen milyona yakın Türk var. Bu seksen milyonun dinleri, dilleri
birdir. İstanbullu ile Ferganalının lisanları arasında yalnız bir şive farkı var.
Fransa’da yüz kilometrelik bir mesafenin ayırdığı iki Fransız birbiri ile konuşup anlaşamaz. Fakat biz bir Buharalı Hacı ile [acaba] ne konuşsak anlaşmayız?
Büyük Turan’ın kuvveti, nüfusundan ziyade işte bu “dil birliği”dir. Bu birlik o
kadar mühimdir ki yanında askerî, siyasî kıymetlerin hiçbir ehemmiyeti yoktur. Dil birliği, hars birliğini husule getirir. Harsında birlik bulunan bir milleti
siyasî, askerî hiçbir kuvvet parçalayamaz. Biz artık varlığımızın bu büyük kuvvetine, Türkçenin mukaddes nazarıyla bakmalı, onu tabiatına yaklaştırmağa
çalışmalı, lisanın keyfimize, fantezimize, mahsus bir âlet olmayıp seksen milyonluk bir milletin öz malı olduğunu asla hatırdan çıkarmamalıyız...
Biraz kendimize bakalım. Altı yedi yüz seneden
beri müstakil yaşıyoruz. Bu istiklâlimiz, bizi Mısırlılar kadar Azerbaycanlılar
kadar terakki ettirebilmiş mi? Memleketimizin her tarafı harabe.. Fakat zaruret, sefâlet son derece ilerde. Çünkü bizde insaniyet ruhu, yani milliyet idraki
doğmamıştır. Manevî ilimlerimiz, harsımız pek iptidaî bir halde... Benliğimiz
teşekkül etmemiş! Biz şimdiye kadar benliğimize, ruhumuza, maneviyatımıza
hiç ehemmiyet vermemişiz. Hep askerlikten, devletten, hükümetten kuvvet
istemişiz. Bunların fani şeyler olduğunu hiç düşünmeyerek ebedî olan bir şeye
ehemmiyet vermemişiz!
Şekil daima değişmeye mahkûm bir
şeydir. Şekil fanidir, vücud gibi... Baki olan, ezelî olan ruhtur. Ruh
ebedîdir. Âkil, vücudun kuvvetine değil ruhun sıhhatine ehemmiyet verir. İçtimaiyâtta hükümetler, siyasî mecmualar, tahakkümler
fani ve vücutlar gibidir. Daima çabuk zevale erer. Fakat ruh, bütün
fani kuvvetlerin membaı olan ebedî ruh insaniyettir! İnsaniyet varlığı “milliyet” şeklinde tezahür ettirir. İnsaniyet, yani “milliyet” hiç bir
maddî tahakkümden müteessir olmaz. Çünkü ruhtur, çünkü ilâhîdir,
çünkü manevîdir.