Ahmet Celâl üzerinden bireyin toplum içerisinde yalnız kalması ve topluma yabancılaşması anlatılmıştır. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’da bir köye yerleşen gazi ve idealist bir subayın hikâyesini anlatan roman, aydın ile halk arasındaki uçurumu gözler önüne serer.
İdealist bir karakterde olan Ahmet Celâl geldiği Anadolu da, halkın onun dert edindiği ve kutsal olarak saydığı şeylere kayıtsız olduklarını görür. Hiç bilmediği Anadolu köyünde yalnız kalır. Onun yalnızlığı, davasında bir başına bırakılması ve ötekileştirilmesi bir tutunamama durumudur. Ahmet Celâl köylünün bu tavırlarından sonra karamsarlığa, mutsuzluğa sürüklenir. O, artık hayattan tat almaz.
Ahmet Celâl son savaşında kolunu kaybetmiş ve İstanbul’dan taşınmak zorunda kalmıştır. Çünkü büyük şehirde bu şekilde yaşayamayacağını düşünür. Anadolu da her şeyin daha iyi olacağını düşünen kahraman, bunun tam tersiyle karşılaşır. Orada yaşayan halk onu yadırgayıp dışlamışlardır. Köylülerin savaşa ilgisiz kalması, düşmanın ilerlemeye başlaması Ahmet Celâl’in umutlarını tüketmiştir.
Onun burada yalnızlığa itilmesi kendi benliğini bile sorgulamaya itmiştir. Yaşadığı yer de onu buna iten nedenlerdendir. Çünkü o köyde farklı olan bir tek kendisidir. Hatta köy halkı ona Yaban demiştir. Onlar Ahmet Celâl’in düşüncelerine anlam verememiştir. Bu köyde önce topluma sonra da kendine yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşması hayata tutunmasına engel olmuştur.