Üstüne başına ve evine titizdi, köydeki en önemli meziyet buydu, komşular ipte kuruyan çamaşırların kar gibi beyazlığını gözler, tuvalet kovasının her gün boşaltılıp boşaltılmadiğini bilirlerdi. Her ne kadar evler çitler ve bayırlarla birbirinden ayrılmış olsa da ne erkeğin meyhaneden kaçta döndüğü ne adet bezlerinin ne zaman rüzgarda uçuşacağı kaçardı gözden.
Ulan, harp gör, darp gör, anlayım ben senin çavuşluğunu... O yok, bu yok... Sağa dön, sola dön... Adi adım marş... Öyle askerliği baban da yapar... Sen girdin mi Yunan kıyımına... Sen gittin mi Balkan'a, gittin mi Çanakkale'ye ne gezer!
Bizler büyük kentlerde yaşayanlardan daha gerekliyiz dünyaya, yine de onların karşısında kendimizi aşağı, kompleksli ve işe yaramaz görüyor, öyle hissediyoruz.”
İlginç bir yerdi burası. Ufak tefek şeyler abartılır, dedikodu bol olurdu genelde diğer köylük yerlerde olduğu gibi burada da ufak tefek şeyleri abartan insanlar, asıl abartılması gereken konuları görmezden gelip sessiz kalıyorlar; devekuşu misali kafalarını kuma gömmeye çalışıyorlardı vicdanlarını rahatlatmak adına.
Köylü âlim değildir, ama ariftir. Gelişigüzel aydın dediğimiz çoklarına taş çıkartırcasına yorumladıklarını bilirim dinlediklerini. Sorun, yararlı yayınların köylünün eline varabilmesinde. Köy eğitimi kadar önemli olan bu davayı, acaba ne zaman ele alacağız?