“Yalnız olmak, işsiz olmak, aşksız olmak, en kötüsü de ölü bir noktada olmak durumu üzerinde pek düşünenlerden değildi o, durumunu değiştirmeyi bilmeyenlerdendi.”
Didem Madak uzun zamandır okumak istediğim şairlerdendi. Kitapları ilk elime aldığımda okuyamadım, erteledim. Son birkaç gündür art arda üç kitabı okudum.
Şiiri, tarzı hatta yaşamı (bir dönem tesettüre girmiş olması kimi şiirlerinde buna rastlayabiliyoruz) benim için ilgi çekici ve anlamaya çalıştığım bir isimdi.
Didem Madak benim çok tarzım olmayan bir şair sanırım.
İyi ya da kötü demek haddim değil her şeyden önce “kadın şair” olması okuma sebeplerimin en önemlilerindendi. Ama özellikle bu kitabı beni fazlasıyla zorladı. Bu kitabı okurken diğer iki kitabını okurken yaşamadığım zorlanmayı yaşadım.
Bir zamanlar kendimi
Bulunmaz Hint kumaşı sanmıştım.
Kaç metredir benim yokluğum?
Benden daha çok var sanmıştım.
Benim yokluğumdan dünyaya
Bir elbise çıkar sanmıştım.
Dünyanın çıplaklığına bakmaya utanmadan
Sonunda ben de alıştım.
Ah.. dedim sonra,
Ah!
Güçlü bir el silkeledi beni sonra
Sanırım Tanrı’nın eliydi.
Sayamadım kaç ah döküldü dallarından.
Binlerce yeşil gözü olan bir zeytin ağacı gibi,
Çok şey görmüşüm gibi,
Ve çok şey geçmiş gibi başımdan,
Ah.. dedim sonra
Ah!
Telefon edebileceğim “gel” diyebileceğim kim var? Gel sözü çoktandır anlamını yitirmiş. “Gel” , “hiç bir şey vermeyeceğim.” , “hiç bir şey almayacağım gel!” Oysa “gel” deyince bir şey almaya, bir şey vermeye hazır olmalı.