O aksam mezarlığa gittim. Dondurucu bir rüzgâr vardı. Çevrede kimseler yoktu. Kocası olacak budalanın o saatte ininden çıkıp oralara geleceğinden korkmuyordum, başka kimsenin de orada işi yoktu. Yapayalnızdım, aramızda iki metre kadar yumuşak topraktan başka bir şey olmadığını da biliyordum; 'Onu bir kez daha kollarımın arasına alacağım, dedim. 'Eğer bedeni soğuksa, benim kuzey rüzgârından üşüdüğümü düşünürüm; eğer kıpırdamıyorsa, uyuyordur, derim.'
Bana ne kadar acımasız davrandınız şimdi anlıyorum, ne kadar acımasız davrandığını ve nasıl aldattığını. Neden beni hor gördün? Neden kendini kalbini de yanılttın, Cathy? Seni avutacak tek şey söylemeyeceğim. Bunu hak ettin. Sen kendi kendini öldürdün. Evet, beni dilediğin kadar öpüp ağlayabilirsin, benden de karşılık görebilir, bana da gözyaşı döktürebilirsin; bunlar seni yakıp bitirecek, seni kahredecek. Beni seviyordun - öyleyse beni bırakıp gitmeye ne hakkın vardı? Söyle, Linton’a duyduğun o geçici heves yüzünden beni bırakıp gitmeye ne hakkın vardı? Çünkü ne yoksulluk ne alçalma ne ölüm, kısacası Tanrı ile Şeytan’ın elbirliğiyle üzerimize yığabileceği hiçbir şey bizi ayıramayacakken, bunu sen kendi isteğin ile yaptın. Senin kalbini ben kırmadım, onu sen kendin kırdın; kendininkini kırarken benimkini de kırdın. Güçlü oluşum benim için daha da kötü. Yaşamak istiyor muyum? Benim için bu nasıl bir yaşam olacak, sen… Of, Tanrım! Ruhum mezardayken bedenim yaşamış, ne yapayım? 
“İyi bir yüreğin olursa, kapkara bir zenci de olsan, yüzün yine sevimli olur yavrum,” diye konuşmayı sürdürdüm. “Kötü bir yürek en sevimlileri bile çirkinden de kötü yapar.”
Artık bir cana ihtiyaç duymayan insanlar, ruhlarımızı şeytana satın! Hayatlarınızı bir değere dönüştürün. O zaman sizler için imkansız diye bir şey olmayacaktır.