Buraya gelirken bir şeyler bekliyorduk. Beklediğimiz neydi bilmiyorduk ama kesinlikle bu değildi: Bu kasvetli işgünleri, bu sessiz akşamlar, bu değişime kapalı, sürprizsiz, umutsuz, donuk hayat.
Konuşmaya ne lüzum vardı? Bütün güzel laflardan ve hoş insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk verecek kadar doyuruyordu.
Ömrünün bu en güzel gecesini, ömrünün bu en korkunç gününün takip etmesi mi mukadderdi? Neydi bu içinden çıkılmaz meseleler? Neydi bu mavi göğe veya sevgili bir yüze bakmayı zevk olmaktan çıkaran hisler ve üzüntüler?..
Ona bakıp bakıp sorduğumuz sorunun cevabı akmış saksıdan... Yerde görünmez kelimelerle bir iz bırakmış: "Müjgân Abla'ya çatlak diyorlar. Müjgân çatlak değil, Müjgân'ı fena kırmışlar..."
Akıllı insanlar mutluluğun sağlığa benzediğini çok önceden fark etmiştir: Mutluyken fark etmezsiniz; ama yıllar geçtikçe, geçmişte kalan mutluluğunuza ilişkin anılar, ah, anılar!..