Sevgi, her zaman "temiz ve güzel" yaşanabilen bir duygu değildir. Kitabın kaba bir özeti olan, orta yaşlarda iki adamın üniversite öğrencisi Nihal'e -hem de arkadaşları Fikret'in kendilerine emanet ettiği Nihal'e- aşık olmaları da, dışarıdan bakıldığında "temiz ve güzel" sevgi gibi görünmüyor. Bu noktada Barış Bıçakçı'nın ince işçilikli ve şiirsel anlatımı, bu hassas konuyu insani ve masum bir sevgi öyküsüne dönüştürüyor.
Kahramanlarımızdan Ender'in, Çetin'le konuşuyormuşçasına olayları aktardığı anlatım biçimine kısa sürede alışıyoruz.
Bu iki ahbabın gerçek hayatta garipsenecek derecedeki yakınlığına da... Nihal'in yıkıntılar üzerine bir hayat inşa etmeye çalışırken kurduğu hayallere ve yaşadığı hayal kırıklıklarına da...
Kitabı okurken zaman zaman şaşırıyorsunuz. Yarı şair-yarı filozof bir adamın içinizde olmuş-bitmiş, kimsenin bilmediğini sandığınız duyguları alıp size yeniden anlattığını hissediyorsunuz. Hem de ne anlatış...
İyi kalpli erkekler, aşk serüvenleri başladığında, çaresiz ve şaşkın bir bakışla dünyayı yeniden anlamaya çalışırlar. Ender'in başına gelen buydu, Çetin'in başına gelen buydu, Barış Bıçakçı'ya bu romanı yazdıran buydu. Teşekkürler Barış Bıçakçı...
Öncelikle biyografik bir detayı belirtmek lazım: Yazarımız Huxley, sanırım 20-21 yaşlarında görme yetisini kaybetme tehlikesiyle karşılaştığı bir hastalık geçirmiş ve uzunca bir tedavi süreci yaşamış . Kör kalma korkusu onun ruh dünyasında derin izler bırakmış ve görülen o ki, bu adamın "görme" ve "algı" konusundaki şaşırtıcı bakış açısı o karanlık dönemin bir ürünü.
Şimdi kitaba gelecek olursak: Renkleri yalnızca dışımızda görsel bir şeyler olarak değil de, içimizde yaşayan duygular gibi hissettiğimizi bir düşünsenize... Ya da zamanın akışkanlığını kontrol edebildiğimizi... Algı Kapıları bana bunları düşündürtmüştü.
Evet, bu kitap Huxley'nin bir doktor nezaretinde meskalin adlı halisünojeni deneyimlemesini anlatıyor ama hepsi bu değil. Onun satır aralarında bahsettiği, dahice diyebileceğim birçok tespitini, yeni bulunmuş bilimsel bir gelişmeymiş gibi sağda solda okuyorum. (bazı uyuşturucular ile bazı hormonların kimyasal olarak şaşırtıcı derecede benziyor olması gibi)
Belirgin bir olay örgüsü olmadığı için yüksek konsantrasyonla okunması gereken bir kitap ama "algı" konusuna kafa yoran biriyseniz içinde işinize yarayacak çok düşünce var.
Bir kitap sitesinde biriken ödül puanlarım boşa gitmesin diye, hiçbir fikrim yokken, rastgele almıştım bu kitabı. İyi ki yapmışım :)
Sonra İspanyol İç Savaşı yıllarının fonda olduğu Valladolid şehri kırsal hayatını ve çocukların dünyanın her yerinde aynı olduğunu içimde hissede hissede keyifle okudum. Bu kitap pastoral bir çocukluk hikayesidir. Çocukluğa özlem duyan herkes bu kitaptan keyif alacaktır.
Kitabı bitirdiğimde İngiliz siyasetinin kendine has gelenekçi yapısını, yer yer bizimki kadar yozlaşabilen yönlerini ve ne kadar kaygan bir zemine sahip olduğunu bir İngiliz vatandaşı kadar öğrendiğimi hissetmiştim. Archer'ın kendine has mizah anlayışı ve kıvrak bir zekası var. Kendisi bir zamanlar Muhafazakar Parti başkan vekili iken rüşvet almaktan hapis yatmış bir siyasetçi, yani politik kirliliğin içinden yolu geçmiş bir adam. Ama bu sevimsiz geçmişine rağmen onun romancılığını seviyorum. Kitabın ağır edebi anlatımdan uzak, film izlemeye benzer bir anlatımı var.