Ben bu yılı çok katmanlı, çok güzel bir kitapla kapattım ve konuyu daha açmadan gönül rahatlığıyla herkese tavsiye ediyorum. Bazen sorular geliyor; içinde betimlemelerin olmadığı (ağdalı dil :)) şöyle akıp giden tavsiye edebileceğin bir kitap var mı, diye. İşte bu kitap onlardan bir tanesi. Her ne kadar daha ilk sayfaları okuduğunuzda bir aşk romanı gibi görünse de; evet belki ama “işin aslı” çok farklı. Kitabın sonlarına doğru İkinci Dünya Savaşı ile Orta Avrupa burjuva dünyasının sessizce çöküşünü, savaşın yaşattıklarını ve sonuçlarını okuyoruz.
Yer Macaristan. Bir adam iki kadın. Bir aşk üçgeni. Bir olayı, belirli bir zaman aralığında farklı bu üç kişiden dinliyoruz. Önce adamın eşinden, sonra kendisinden sonra da ikinci eşinden dinliyoruz. Bu noktada her insanın olayları nasıl farklı açılardan gördüğünü, kimsenin aynı şeyi göremeyeceğini ve hissetmeyeceği anlıyoruz. Ama buna neden olan faktörler var; sınıf, ekonomi, eğitim, sosyokültürel yapı gibi. Yazar o kadar şiirsel bir dil kullanmış ki sanki bir günlük okurmuşçasına su gibi akıyor sayfalar.
Romandaki bu üç kişiden biri burjuva, biri soylu ve biri de proleter ve aşka, evliliğe, paraya, yalnızlığa, kültüre, savaşa bakış açılarını bulundukları sınıfın nasıl şekillendirdiğini görüyoruz. Hiç kimse hiç kimseyi tam anlamıyla anlamıyor. Çünkü kimse aynı şartlarda dünyaya gelmiyor ve yaşamını sürdürmüyor. Dolayısıyla birbirini seven iki insanın aşka, evliliğe ve mutluluğa bakış açısı aynı olmayabiliyor.
Okuyan herkes çok beğeniyor. Tercih edenler pişman olmayacak bence.
Sevgiler