Sine

Bize acımanıza gerek yok. Biz gururluyuz. İsterlerse tarihi on kere baştan yazsınlar. Stalin'le ya da Stalin'siz. Geriye kalacak olan şu: Biz kazandık! Ve bizim acılarımız. Bizim çektiklerimiz. Bunlar paçavra değil, kül değil. Bizim hayatımızdır.
Sayfa 166Kitabı okudu
Reklam
Kadınlar, uzun bir süredir çalışıyor. Bugüne kadar yüksek ya da düşük ücret alan birçok kadın, çalışmayı feminist ütopyacı tasavvurların ileri sürdüğü kadar anlamlı bulmadı. Kadınlar, yaşam kalitelerini her düzeyde yükseltmekten ziyade daha çok tüketmek için çalıştıklarında çalışma, ekonomik anlamda kendine yeterliliği sağlamıyor. Kazandıklarımız varoluşumuzu kolaylaştırmak üzere kullanılmadığı takdirde daha fazla para, daha fazla özgürlük anlamına gelmiyor. Çalışmanın anlamını yeniden düşünmek, geleceğin feminist hareketi için önemli bir görev. Kadınların yoksullaşmalarını önlemenin, maddi anlamda önemli eksikleri olsa da, daha iyi bir hayata sahip olmalarının yollarını araştırmak, feminist hareketin başarısı için hayati önem taşıyor.
“Ve eğer öldüysek – ki bu olasılığı reddetmiyorum – eh, denizlerde daha kötü şeylerin olabileceğini ve insanların bazen ölmesi gerektiğini hatırlamalısınız. İnsan günah işlemediyse korkacak hiçbir şey yoktur. Ve bana sorarsanız, zaman geçirmek için yapabileceğimiz en iyi şey bir ilahi söylemektir.”

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Leonard Cohen ile Ali Asker’in sesleri birbirlerine karışırken, bildiğimiz mahalle arkadaşları mücadele arkadaşları olmuşlar, bazı analar babalar bu kez “anarşiye karışanın” kendi çocukları olduğunu eşten dosttan saklamaya çalışarak Mamak’ın yolunu tutmuşlar, “dağ başını duman almış” romantizmiyle büyüyen çocuklarının “dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diyerek içlenmeleri karşısında ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Uykusuz geçen gecelerinde akıllı bir çocuğun kalpsiz ana babaları mı yoksa kalpsiz bir çocuğun acı çeken ana babaları mı oldukları sorusunu sorup duruyorlardı kendilerine. Beş on yıl önce inşaatta çalışan amelelere üzülüp su taşıyan “merhametli yavrularının”, şimdi bu merhametlerini tüm dünya proletaryasını kurtarmak isteyecek kadar ileri götürmelerini affedemiyorlar, “esrara alışsa bundan daha iyiydi, hiç olmazsa tedavi ettirirdik” diyerek karabasanlı uykulara dalıyorlardı. Çocuklar ise sanki güç bir integral çözermişçesine soğuk bir edayla dünya devriminden bahsederlerken, yüreklerinin derinliklerinde bir yerde neden artık hep kalpsiz ve çalışkan çocukların makbul olduklarını sorup, tekrar tekrar kırılıyorlardı.
Benim için, bu bunak Türk şeyhinin, İstanbul’daki İngiliz subayından farkı nedir? Her ikisinin ruhu ile benim ruhum arasındaki uçurum, aynı derecede derin ve karanlıktır. Bu da onun gibi, beni kamçı ile dövecek ya da etimi bir zindanda çürütmekten zevk duyacak. Şu anda, burada bulunacağıma, Londra’da bir mutaassıp Protestan rahibinin evinde olsaydım, aynı istiskali [yüz vermeme, kovma] görmeyecek mi idim? Aynı hüzünü, aynı elemi, aynı yabancılık ve kimsesizlik hissini duymayacak mı idim?
Reklam
“Bir delilikti ama belki de... sanki bütün hayatımız boyunca kapıları kilitleyip duruyor gibiyiz, yaşadığımız yer evin içi.”
“Büyücüler ve sihirbazlar. Şarkıcılar; yaratıcılar. Ve kahramanlar, kendileri olmaya çalışan insanlar, insanın kendi Özünü bulması çok nadir rastlanan bir şeydir ve çok büyük bir şeydir. İnsanın sonsuza kadar kendisi olması daha da güzel değil mi?”
''On bir bin dokuz yüz doksan dokuz küçük balık iyi geceler dileyerek yatmaya gitti,büyükanne de uykuya daldı. Ama küçük bir kırmızı balık ne yaptı ne ettiyse de gözüne uyku girmedi, sabaha kadar hep denizi düşündü.''
"Acele etmesine gerek yoktu, parıldamasına gerek yoktu,kendisi dışında kimse olmasına gerek yoktu."