Ah! Artık benim de benzim sarı.
Damar kanımı dolaştırmıyor.
Hiçbir kıyıya ulaştırmıyor
Beni Şehrazad'ın masalları.
Anlamıyorum dilinden artık
Geceyi saran güzelliğinin;
İçim kör bir kuyu gibi derin,
Bir şey beklemiyor benden artık.
Susmak istiyorum, susmak bugün.
Susmak... Hiçbir üzüntü duymadan.
Büyük bir kuş iniyor semadan.
Sükût, bu indiğini gördüğün.
Artık tırtılları beslemiyor
Bahçemin orta yerindeki dut.
Başıma kondu ebedî sükût.
Gün, yeniden doğmak istemiyor.
Kuşla oldumsa da senli benli,
Beynimi kurcalayan bir kurt var:
Anlamak istiyorum, ne yapar
Rüzgârı boşalınca yelkenli?
Mürûrızaman (zamanaşımı), muayyen bir zamanın geçmesi suretiyle bir mala mâlik olmak veya bir hakkın düşmesi demektir. Birincisine iktisabi ikicisine ıskâtî mürûrızaman denir. Şer'î hukuk esasen mürûrızaman yoluyla mülkiyetin kazanılmasını kabul etmemiştir. Nitekim "Tekâdüm-i zaman ile hak sakıt olmaz" (Mecelle, m. 1674). Şu kadar ki, bir kimse kanunlarda tasrih edilmiş bir müddet (meselâ 36 veya 15 sene) zarfında, tapulu bulunmayan bir arâziye,nizâsız ve fâsılasız mâlik sıfatıyla tasarruf ettikten sonra, aleyhindeki mülkiyet dâvâları da dinlenmez. Böylece zilyedin o arâzi üzerinde hakk-ı kararı sâbit olur.Nitekim bir hak sahibi, hakkını kanunda tesbit edilmiş muayyen bir zaman zarfında takip etmemişse, artık mahkeme yoluyla takip edemez. Ancak karşı taraf bu hakkı ikrar ve itiraf ederse, buna dayanarak hakkını mahkemeden talep edebilir. Dolayısıyla şer'î hukuk, ıskâtî mürûrızamanı kabul etmiş demektir.
İmam Mâlik'e göre, ortağı, vârisi, usul ve fürûu olmadığı bir şahsın malını ihraz edip, 10 sene kullansa (otursa, kirâya verse vs), o şahıs da bilip sükût etse,sonradan mülkiyet hakkı dinlenmez.
ruhtaki teheyyücleri, ruhiyatçılar, "haz ve elem" gibi "kati, basit, gayri kabil tahlil" iki dilime ayırırlar. Felsefenin bütün hataları, bu yanlış tasniften ileri geliyor. Ruhta, haz ve elem gibi birbirlerine zıt iki unsur ayırmaya teşebbüs edilemez, her elem bir hazla, her haz, elemle müterafıktır. Kederli zamanlarımızda, gizli bir sevincimiz vardır, zira bu sevincimiz bitecektir. Elemsiz haz, hazsız elem tasavvuru, pek mücerred ve bâtıldır. Abdülhak Hamid, "Makber" mukaddimesinde, mühim bir şey söylüyor:
"Kederimin artması için sevinmek isterim. Bunu kimselere anlatamam. Bu hissin lisanı anlaşılmaktan uzaktır. Sükût edelim."
"Mahzun gönül! Sükût et! Güneş bulutların arasında da neşr-i envâr eder. Senin bahtın da herkesin bahtı gi- bidir: Her hayatta fırtına saatleri, kederli, mazlum günler olmak gerek!"
Arama mevsimlerin esrarını âhında
Bitsin artık aldanış, bu hüsran ve bu nazar
Öldür kelimelerin feryadını ruhunda
Suskunluğun sarayı ya kalbindir, ya mezar
Avuçlarında ömrün, yürü yalnız başına
Bu hayal âleminde ne tekilsin, ne çoğul
Doğar doğmaz mı girdin bu sevda savaşına
Sana hakikatini gösteren rüyayı bul
Değil mi ki, içinde parlayan her yıldızın
O elemli gecede kaydığı bir gök vardı
Dirilmiştin bir şiir ikliminde ansızın
Heyhat, yine gönlünün çiçekleri sarardı
O müphem kapıdan çevir artık yüzünü
Yokluğunu bekleyen günlerin yâdını tut
Bulamadın kalplerin derûnunda özünü
Seni son merdivende bekliyor şimdi sükût
Ah, şimdi sessizliğin katındasın; mağaran
Ellerinde biriken yanılgılarla dolu
Zindanına yürürken var mı Leyla’ya varan
Bir kuyudan nereye çıkar sevdanın yolu