Çok klişe olan fakat anlamının üstünlüğünü yaşadıkça öğrendiğimiz cümleler vardır. Benim için bunlardan bir tanesi “neye inanırsan onu yaşarsın.” cümlesi. Mesela bir insanın sizi sevdiğine inanıyorsanız, yaptıkları sizin için bir önem taşımaz; sizi aldatabilir, kötü davranabilir fakat siz dersiniz ki “hayır, beni seviyor. beni sevdiği için bu şekilde davranıyor”. Ve o kişiden uzaklaşmazsınız. Ya da tam tersi; bir kişi ısrarla sizi sevdiğini söyler, size hediyeler alıp çeşitli sürprizler yapar ve sizin tek düşündüğünüz “bu kişinin benden çıkarı ne acaba?” olur. Her iki durumda da bir süre sonra inandığınız şey sizin gerçekliğiniz olur ve sevildiğinizi zannedildiğiniz fakat aslında aşağılandığınız bir ilişkide kalabilir ya da sizi seven bir insanla güzel bir ilişki yaşama potansiyeliniz varken bunu yok edip gece yatağınızda tek başınıza oturup bütün vaktinizi çalıp düşünmemenize neden olmasını umacağınız yeni bir kitaba başlarsınız.
İnancın bu kadar güçlü olması korkutucu olmasının yanı sıra iç rahatlatıcı da olabilir. İnsanların inandıklarından vazgeçememesi de hep bu yüzden değil midir? Peki inanç kendimize söylediğimiz bir yalan mı? Ya da inançla yalan sınırını tam olarak hangi nokta da çizebiliriz? İnanç bizi gerçeklikten uzaklaştıran bir illüzyon mu? Tam olarak hiçbir şeye inanmayan biri var mıdır? Peki nihilizm ile inanç bağlantısı nedir?
Ben bu gece biraz bunun üzerine düşüneceğim.